19 Ocak 2011 Çarşamba

ÜNİVERSİTELERİN ÖNÜNE HEYKELİ DİKİLECEK ADAM!

Böyle bir adam tanıdım. Bundan yaklaşık üç yıl kadar önceydi. Yeni Hayat'ın idarehanesine gelmişti. Giyim kuşamından yoksul olduğu belliydi. Beti benzi solgun, adeta bir deri bir kemik, orta yaşlı bir adamcağız. O kadar zayıf ve nahifti ki, konuşurken bile zorlanıyordu sanki. Son derece saygılı ve kibardı. Buyur ettim, hal hatır sordum. Şeker hastasıymış ve yılda bir iki kez İstanbul'a tedavi amacıyla geliyormuş. Sivas'ın Koyulhisar ilçesinin bir köyündenmiş. Bana dedi ki, "ilk sayısından beri derginizi izliyorum. Buradaki hemşehrilerimden rica etmiştim. Fakat yeterince ilgilenmedikleri için bazı sayılarınızı elde edemedim. Mümkünse bana, bende eksik olan sayılarınızdan verebilir misiniz?" "Elbette dedim!" Kalktım, kendi elimle mevcut sayılardan elimizin altında ne kadar varsa hepsinden birer tane seçip ayırdım ve kendisine verdim. Yine de eksik sayılarını tamamlamak mümkün olmadı. Verdiğim dergilerin parasını ödemek istedi. Ben, "hayır! para istemez; bunlar bizim armağınımız!" dedikçe; o, ısrarla ve çok mahcup bir edayla para vermek isteğinde diretti. Uzun bir süre çekiştikten sonra, yine de bu durumdan ötürü çok mahcup olduğunu anladığım bir ruh haleti içinde zorla kabul etti.
Aradan bir yıl kadar bir zaman geçti. Bu kişi tekrar ziyaretimize geldi. Ancak bu kez, sanki bizim parasını almadan kendisine verdiğimiz, (armağan ettiğimiz) dergilerden ötürü bize -en azından manevi anlamda borçlu kalmamak gibi ince bir düşüncenin eseri olduğunu tahmin ettiğim büyük bir incelikle- "Yeni Hayat'a Eski Notlar!" başlığıyla yazdığı on sayfadan artık bir yazıyla geldi. Kendisinin daktilo ile yazmış olduğu anlaşılan bu notlara -bütün ısrarlarıma rağmen beni meşgul ettiği düşüncesiyle fazla oturmamaya da özen gösterdiği için- o gittikten sonra şöyle bir göz attım. Aman Allah'ım! Bütün sayılarımızı tek tek taramış ve ancak en titiz bir musahhihin yapabileceği ölçüde, dergide çıkmış yazıların Türkçenin imlasına ve gramerine aykırı bulduğu yanlışlarını sayıp dökmüş. Bununla da yetinmemiş. Dergideki yazılarda adı geçen kişilerle ilgili biyografik bilgiler de vermiş ki, aramaya kalksanız hiçbir yerde bulamayacağınız türden. Sözgelimi, 1928 yılında Resimli Ay dergisinde çıkmış yazılar gibi. Bunlar arasında bir başka misal olmak üzere belirtmeliyim. Bir yazımızda sözünü ettiğimiz Tansu Çiller'le ilgili ek bilgilerin yanında, onun Robert Kolej yıllığındaki resmi ve kendisiyle ilgili sayfa da "Yeni Hayat'a Eski Notlar" yazısına ekliydi.
Geçen yıl yine geldi. Çok iyi hatırlıyorum. 2000/Haziran sayımız yeni çıkmıştı. Ne var ki, dizgisine ve düzeltmelerine onca özenmemize rağmen, Mckintosh markalı bilgisayarında çıkan arıza üzerine, bizim düzeltmelerimizi yanlış okuyan makinaya, bir de İletişim Fakültesi mezunu dizgici arkadaşın cehaletini eklerseniz, sonuç bir facia olur. Düzelttiğimiz metinlerdeki bir çok yerde makinanın yuttuğu veya yanlış algıladığı harfleri kendi kafasana göre düzelten - ki biz son düzeltmeleri yaptığımız sanısıyla baskıyı bekliyoruz- arkadaşın kurbanıyız. Tabii sayı baskıdan çıkıp elimize gelince hırsımızdan saçımızı başımızı yolduk, ama ne fayda. İşte sözünü ettiğim kişi, tam o sırada geldi; yeni çıkmış sayıyı eline aldı, şöyle bir göz gezdirdi. En arka sayfanın iç kapağında Atatürk'ün bir sözü yer alıyordu ve kaynak olarak da Tevfik Bıyıklıoğlu'nun bir eseri verilmişti. Ancak biraz önce sözünü ettiğim yanlışlıkların ve azizliklerin kurbanı olan bu kişinin adı, İletişim Fakültesi mezunu arkadaşın müthiş öngörüsü sayesinde "Tevfik Büyükoğlu" diye çıkmıştı. Dedi ki: " Yani pes! Bu adamın soyadıyla bir sorunu vardı zaten! Önce Bıyıktay idi, sonra Bıyıkoğlu yaptı, olmadı Bıyıklıoğlu diye değiştirdi. Siz de Büyükoğlu yaptınız. Tüy diktiniz! Kanım dondu. O kadar duygulandım ki; anlatamam. "Mustafa Bey !" dedim. Adı bu. "Sizin tahsiliniz nedir?" Cevap ne olsa beğenirsiniz? "İlkokul mezunuyum!" Ona şöyle dedim: "Senin heykelini bütün Üniversitelerin önüne dikmek gerek!" Kimse üzerine alınmasın ama; bugün her biri çapına göre, ilk, orta ve lise dengi birer yüksekokul haline gelmiş bulunan Üniversitelerimiz ile onların akademik unvanlarına bir şekilde sahip olmuş bulunan mensuplarına ithaf olunur! Saygılarımla!
Hanifi Altaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder