4 Eylül 2009 Cuma

Kötüye kendi kötülüğü yetişir

İyi kalpli vezir, ülkenin sultanı ile iyi geçiniyor, halkın sorunlarına çare bulmaya çalışıyordu. Onun başarısı etraftaki bazı arkadaşlarının kıskançlığı sonucu istenmedik davranışlara yol açıyordu.Yine bir gün iyi kalpli Sultan ile Veziri konuşuyorlardı.Sultan:- Kötü insana kendi kötülüğü yeter. Başka bir şey yapmaya gerek yok!"derler. Ne güzel söz değil mi? dedi.- Evet efendim! Gerçekten öyle, dedi Vezir.Biraz sonra, Vezir dairesine gitti. Birçok iş sahibi onu bekliyordu. Hepsinin işini sıkılmadan güler yüzle halletti.Vezir akşam evine vardı. Hanımı ve çocuklarıyla yemek yedi. İnsan vezir de olsa hanımını ve çocuklarını ihmal etmemeliydi.Yemekten sonra hanımına ve çocuklarına günü nasıl geçirdiklerini sordu. Onlara sevgi gösterdi.Hep beraber yatsı namazını kıldılar. Cemaat oldular. "Cemaat olursa namazın sevabı daha fazla olur" dedi iyi kalpli Vezir.Sonra Kur''an-ı Kerim okudu. Ardından herkez yatağına çekildi.Ertesi gün, onu kıskanıp kötülük yapmayı düşünen bir arkadaşı ziyaretine geldi. Kendisini Sultan''la görüştürmesini rica etti. Kalbinde kötülük olmayan Vezir de " Hallederiz "dedi.Biraz sonra arkadaşı, Sultan''ın huzuruna çıkarılmıştı bile.Adam şöyle konuştu:- Muhterem Sultanımız. Sizin bu Vezir''iniz benim yakın arkadaşımdır.Fakat maalesef kendisini sizden bile büyük görüyor. Çok kibirli...- Ne diyorsun?- İnanmassanız dikkat edin. Sizinle konuşurken burnunu tutacak. Kibir ve gururdan başını öteki tarafa çevirecektir!..- Olur mu öyle şey?- Deneyin, göreceksiniz efendim... Konuşması bitti, dışarı çıktı. Vezir gülüyordu.Arkadaşı ona dedi ki:- Beni Sultan''''la görüştürdüğün için çok teşekkür ederim. Ben de seni öğle yemeğine davet ediyorum.- Canım ne lüzum var?- Gelmezsen darılırım. Yoksa bizim yemeklere tenezzül etmiyor musun? Vezir mecburen ziyafete gitti.Ziyafette bol soğanlı, sarımsaklı çorbalar, mantılar yendi içildi... Yemekten sonra Vezir, hızla saraya döndü.Öğleden sonra birçok işi vardı. Bir ara Sultan''ın çavuşu geldi. Sultan''''ın kendisini hemen beklediğini haber verdi.Sultan''ı ayakta gören Vezir:- Efendim beni emretmişsiniz, dedi.- Yaklaş... Yanıma yaklaş, sana bir şey vereceğim.Vezir yaklaştı. Fakat ağzı soğan sarmısak kokmasın diye, eliyle ağzını kapattı.Sultan ona eğildikçe, Vezir başını çeviriyordu. Sultan çok üzüldü." Demek söylenenler doğruymuş " diye düşündü.Masanın üzerinde kapalı bir şekilde duran zarfı aldı, ona verdi.- Bunu kendi elinle başvezire teslim eyle!..Sultan böyle emirnameler ile sevdiklerini elçi tayin ederdi. Vezir hayırlı işte acele edeyim diyerek derhal yola koyuldu.Yolda yine arkadaşını gördü. Arkadaşı merak etti. O da her şeyi anlattı.- Sultan heralde çok sevdiği birisine yardım ediyor ki böyle acele etti. Elden emirname gönderiyor, dedi.Arkadaşı yine çok rica etti. Sabahleyin bende ondan böyle bir şey istedim. Belki benim için yazılmış bir emirdir.Ne olur bana ver de kendi elimle götüreyim diye yalvardı. Vezir kabul etti.Nasıl olsa " İyi arkadaşım olduğunu Sultan biliyor kızmaz " diye düşündü.Biraz sonra "Başvezir" mektubu okudu şunlar yazılıydı.- Bu mektubu sana getireni derhal öldüreceksin, sonra da "kibirli burnunu kesip" saraya yollayasın!..Baş Vezir tereddüt etmeden, "emri" yerine getirdi.Akşam üzeri Veziri gören Sultan pek şaşırdı!- Sen burada ne arıyorsun? diye sordu.O da yolda arkadaşına rasladığını ve olanları anlattı.Tam konuşurlarken çavuş yanlarına geldi.Elinde kapaklı tabak tutuyordu.- Bunu "başvezir" yolladı efendim, dedi. Kapağı açtılar içinden kocaman bir insan burnu vardı.Yanındaki kağıtta şunlar yazılıydı: "Kibirli Burnu" Sultan artık dayanamadı, sordu:- Sen bugün bugün başını neden uzaklaştırıyordun?- Ağzımın kokusu sizi rahatsız etmesin diye efendim.Öğle yemeğine arkadaşım davet etmişti. Fazlaca soğan sarmısak yemiştik.Sultan hem sevindi hem üzüldü ve şunları mırıldandı:" Kötü insana kendi kötülüğü yetişir. "

Eşeğin Gölgesi

Atina da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar; ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, Filozofu dinlememektedirler.Demostenes, “Bir hikâye anlatıp ineceğim” der ve anlatmaya başlar…“Uzun zaman önceydi. Bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamıştı.Eşeğini kiraya veren adamın da Megara’da bir işi vardı, beraber yola düştüler.Konuşa, konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı; biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir subaşına çöktüler.Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğin gölgesine sığındı.Eşeği kiralayan genç buna içerledi; “Sen çekil gölgede ben oturacağım,” dedi…Beri ki itiraz etti; “Ben oturacağım çünkü eşek benim.”Delikanlı, “Ama ben eşeği kiraladım” deyince eşeğin sahibinde “Ben sana eşeği kiraya verdim gölgesini değil” Cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.”Hikâyenin tam burasında Demostenes kürsüden iner ve yürümeye başlar.Dinleyiciler, “Sonunda ne oldu? Sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca, Demostenes, kürsüye döner:“Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Ne fikrimi söyleyeceğim. Ne de eşeğin gölgesine ne olduğunu…”Tekrar kürsüden iner ve yürür gider…

Melis Günaydın

Re: Eşşeğin Gölgesi... 20.04.2009, 16:37
oldukça güzel bir örnek olmuşfarkettim ki kürsüye çıkıp topluluğa konuşma yapanlar sıklıkla eşekli örneklere başvuruyorlarne zaman eşek kürsü laflarını bir arada duysam aklıma aşağıda ki hikaye geliyormalesef ki yaşanmış bir örnekmişOsman Yüksel'in milletvekili olduğu yıllardır. Birgün meclis kürsüsünde kendisine laf atan vekillere dayanamaz ve: -"Bu meclistekilerin yarısı eşektir!" der ve iner kürsüden. Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Arkadaşlarının da ricası ile tekrar kürsüye çıkar ve zekasını gösteren ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler: -"Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir!"

Ozan ERYILMAZ

Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle - "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu : - "Tadı nasıl?" - "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. - "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, - "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam,suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
Evde bazen iş yaparken bir yerlerimi çarparım acısını hissetmem, bazen de elim parmaklarım yada her hangi bir yerim kesilir, çizilir hiç canım yanmaz. O zaman şunu fark ederim ben çok neşeliyimdir, her şey yolundadır, kafamda hiçbir şeyi problem yapmayacak kadarhuzurluyumdur.. Bazen çok duygusal yada ne bileyim anlık üzüntülü bir anda bana bedenime zarar veren minicik bir çizik bile izdırap vererek gözyaşlarıma sebep olur. Yaşamda karşılaştığımız her türlü sorunu istıraba dönüştürüp onu bir bardak içine hapsedecek kadar küçültürsek kendimize öyle zarar veririz ki çıkarıp atmak mümkün olmaz, hasta eder bizi, sağlığımızı kaybettirecek kadar büyür. Oysa paylaşmak, yardım almak, sevdiklerimizin desteği ile çözüm arayarak, değil göl denize çevirmek, savurmak gerek ki bize verecek zararı, hırpalanmayı, üzüntüyü kökten yok edemesek de azaltmayı başarabilelim. Yüreğimizi biraz ferah tutmayı başarabilmeliyiz. Kendimizin veya çok sevdiklerimizin başına gelen kötü bir durumun dışında çok fazla dert etmemeye, büyütmemeye gayret etmeliyiz sorunları. Eger direnme ve sabır gücümüz varsa, etkileyecekse yaşamı mücadele edip alt etmek lazım. Yoksa kendimizi atarsak o sorunların içine, düşüncelerimizde büyüte büyüte hastalığın kapısını aralamış oluruz. Tuz basmamalı acıtır insanını canını, acılar biriktikçe artar sancısı, suyla yıkamak lazım, yanı sevdiğimiz, dostumuz ya da paylaşmaya değer bulduğumuz arkadaşlarımızla konuşmalıyız , mutlaka. Her zaman savunuyorum neşe, mutluluk, sevinçler kocaman olur ortak bulunca. Üzüntü ve sıkıntılar ise yüreğimize, içimize zehir gibi yayılacağına azalır paylaşınca va bu hafiflikle mücadele gücümüzü de kazanırız. Hiç kimseye dert ve problem dilemiyorum. Herkese istırapsız, en az üzüntü, her şeyden önemlisi de dayanma gücü ve sabır diliyorum. Ve yanı başımızda destek verecek dostlarımız eksik olmasın. Dertsiz günler dilemek isterim ama bu yaşam da ne mümkün.En azından hepimizin direnme ve dayanma gücümüze göre taşıyıp direnebileceğimiz kadar ' Allah dağına göre göre kar verir' misali olsun en azından.
Sevgi veSaygılarımla
Güzide Öncel

İki Köle

Bir gün padişah iki tane köle satın aldı. Kölelerden biri çok temiz yüzlü inci dişli biriydi, nefesi gül gibi kokuyordu. Diğeri oldukça çirkindi, dişleri çürümüş ağzı kokuyordu. Padişah o güzel yüzlü köleye ihsanlarda bulunarak onu hamama gönderdi. Dişleri çürümüş ağzı kokan köleyi yanına çağırdı. Kendini çok beğendiğini fakat arkadaşının kendisi hakkında çok kötü şeyler söylediğini belirterek, onun da arkadaşının kötü huylarını söylemesini istedi. Fakat köle arkadaşına toz kondurmadı hep onu övücü sözler söyledi. Padişah ne yaptıysa bir türlü o köleye arkadaşı hakkında kötü bir söz söyletemedi. Nihayet ikinci köle hamamdan geldi. Padişah onu da sınamak için huzuruna çağırdı. Onu övücü sözler söyledi. "Sıhhatler olsun ne kadar zarif ve latif olmuşsun. Keşke öbür kölenin sayıp döktüğü kötü huyların da olmasa ne olurdu." dedi ve onu da diğer köle gibi denemek istedi. Bunun üzerine köle kızdı, köpürdü ve arkadaşı hakkında kötü şeyler sayıp dökmeye başladı. Biraz konuştuktan, arkadaşının kötülüklerinden bahsettikten sonra padişah onu susturdu: - "Yeter artık ikinizin de özünü, aslını anladım, onun ağzı kokuyor, senin ise için kokmuş, bundan sonra sen o doğru sözlü ve güzel huylu kölenin emrindesin haydi git." dedi. -İyi düşün, güzel hisset, yanılma, aldanma. Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma! -Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi Mevlana "dan Arkadaş sadıktır, sır saklıyandır, ihanet etmeyendir, hataları kapatan ve affedendir, doğru sözlü yapıcıdır, iyi huyludur ve bana yansımasıdır. Arkadaşını kötülüyen kendini de kötülüdeğinin farkında olabilse... Doğruluk, iyilik, dürüstlük ruh güzelliği kalıcıdır.
Sevgi ve saygılarla..
Güzide Öncel

OLUMLU DUSUN / OLUMLU YAŞA

Asya''da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, Ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz Aslında bu maymunun tutsak eden hiçbir şey yoktur onu sadece, Onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki Bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, Arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri, Serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır. Ben, maymuna benzer yanımız olarak sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmiyor oluşumuz olduğunu düşünüyorum: Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak, Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 20-30 kat büyük evlere sahip olmak, Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, Okumadığımız kitaplara sahip olmak, Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak, Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak, Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak tabiri caizse yorgunluktan hasatimizi çıkaracak deniz kenarına yakin bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak, Bize hiç bir faydası olmayan ama her fırsatta hava atabileceğimiz büyük yerde tanıdıklara sahip olmak, Faizi, getirisi zarara uğramasın diye kıyıp harcanamasa bile bol sıfırlı bir banka defterine sahip olmak, Dünyalarına ve güzelliklerine katılamadığımız, asla yeterli vakit ayıramadığımız basarili ve diğerlerininkinden daha güzel çocuklara sahip olmak, Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takimi taraftarlığına sahip olmak, Sağlığımıza, düzenimize, beynimize korkunç zararlar verse bile envai çeşit içkilerin bulunduğu gösterişli, dekoratif bir mini bara sahip olmak, Oturmadığımız koltuk takımları, İzlemediğimiz dev ekran televizyonlar, Kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha neler nelere sahip olmak... Ya da sahip olduğumuzu sanmak. Maymun gibi avucumuzda tuttuğunuz surece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vaz geçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz? Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek... Pencereniz kirliyse, dışarı çıkıp manzarayı parlatmanız boşunadır... Kim üzebilir seni, senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen? Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen? Kim yıkar, yıpratır seni, sen izin vermezsen? Her şey sende baslar, sende biter; Yeter Ki Yürekli Ol . Tükenme, Tüketme, Tükettirme İçindeki Yasama Sevgisini
OLUMLU DUSUN / OLUMLU YAŞA'DAN ıntıdır

En iyi Buğday

En iyi Buğday Her yıl yapılan ''en iyi buğday'' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz?
-Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi. -Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

EMEĞE SAYGI

Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş. Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış.. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş:
- İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.

Kavak Ağacı

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa: "Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?" "10 yılda" demiş kavak "10 yılda mı?" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!" "Dogru" demiş ağaç "doğru" Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa: "Neler oluyor bana agaç?" "Ölüyorsun" demiş kavak "Niçin?" "Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için''

3 Eylül 2009 Perşembe

Testi ile Bardak

Bostancı, incir ağacının altına bir testi ile bir bardak bırakmış; kargalar, saksağanlar yemesin diye kontrole çıkmış.Bardak testiden su istemiş. Testi de olmaz demiş. Nedenini sorunca bardak karşılığı şu olmuş:

-Ben şimdi sana su veririm, sen de onu kendinden sanırsın.

Bardak yeminler ederek öyle bir iddiada bulunmayacağını söylese de suyu alamamış. Bu tartışmanın üzerine bostancı gelip bardağı doldurduğu gibi bir dikişte içmiş ve tekrar doldurup testinin ağzını bardak ile kapatmış.Sıcak kumların üzerine uzanıp uykuya dalmış.

Bardak kahkahalar atarak testiye sesleniyormuş:
- Sen istediğin kadar su verme. Bak ben dolu olarak senin ağzında oturuyorum.
Testi seslenir:
- Ey şaşkın bardak, senin suyun benden. Sen ne kadar tehlikede olduğunun farkında bile değilsin.

Bardak karşılık verir:
-Olsun hem dolu hem de tependeyim ya!.
Testi acı acı gülümser:
-Be ey şaşkın benim ağzımda durmakla suyumun buharlaşmasını önlüyorsun senin ağzın açık olduğu için sen nasıl korunacaksın.Hem küçüksün hem de ağzın açık.Hava da yeterince sıcak.

Bardağı bir telaş alır.Yüreğini yok olma korkusu kaplar.

Testi, yavaş yavaş son cümleyi söyler:

-İşte bu korku sana yeter…


Korkusuz ve huzur içinde güvenli yaşam hepimiz için olsun...

KEŞKE DEMEDEN

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın 4 eşi varmış. Kral en çok dördüncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş. İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş. Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş. Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş. En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan kısa ve net “mümkün değil" olmuş.. Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin sorusuna üçüncü eşi de "hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim" diye yanıt vermiş. Kral bir kez daha yıkılmış. Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı olur musun talebine karşı ikinci eşinden; "bu sorunun için hiç bir şey yapamam,olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını almış. Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesi ile irkilmiş. "nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim..." Ah diye inlemiş kral; "keşke bir şansım daha olsaydı..." Yaşamda hepimiz 4 eşliyiz aslında -Dördüncü eşimiz vücudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir. -Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır. -İkinci eş,ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır. -Birinci eş ise ruhumuz. Bizimle gelir... Unutmayın; Yediklerimiz değil, hazmettiklerimiz bizi güçlü yapar. Kazandıklarımız değil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar. Okuduklarımız değil, hatırladıklarımız bizi bilgili yapar. Başkalarına verdiğimiz öğütler değil, bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar... Kendimizi sevelim öncelikle, değer verelim sağlığımıza... sevgi içimizden yok olmasın, sevenlerimiz hiç tükenmesin.Sağlıklı bir yaşam dilerim hepinize.

Hayatımı Yenden Yaşayabilseydim Eğer;

KEŞKE DEMEDEN

Emma Bombeck Avustralya’ da kanserden öldü. Ölümünden hemen önce şunları yazdı… Hayatımı yenden yaşayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım.. Daha az konuşur, ama daha çok dinlenirdim.. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.. Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım.Yerler leke olacak diye korkmazdım.. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.. Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum.. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.. Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim..Bu o kadar nadir olay ki.. Mucize gibi bir şey.. Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla ‘önce git, ellerini, yüzünü yıka’ demezdim.. Onlara daha çok ‘seni seviyorum’ ondan da daha çok ‘özür dilerim’ derdim.. Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey her dakikasını değerlendirmek olurdu.. Dikkatle bak..Gerçekten gör..Yaşa..Vazgeçme..Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.. Bana benzemeyenler, benden çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi.. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Tanrı’ya şükredin.. Tek bir hayatımız var ve bir gün sona eriyor.. Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz..

HAYATIN ANLAMI

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı...Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş..Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy,kasaba,ülke dolaşmış bu arada zaman da durmuyor tabi ki ... Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona; -' Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir. ' demişler. Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilge'nin yaşadığı eve ulaşmış adam..Kapıdan içeri girmiş ve Bilge'ye Hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge;
"-Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor." demiş ...
Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. "Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin... "
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.
Bilge bakmış;
"-Evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?" Adam şaşkın..
"-Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki..."
"-Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel." demiş Bilge...
Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzellikler onu büyülemiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ...Geri geldiğinde Bilge, adama;
"- Bahçe nasıldı?"diye sormuş ...
Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış..
Bilge gülümsemiş,
"-Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış." demiş ve eklemiş:
"-Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın.. Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır ... 'Hayatın anlamı senin bakışlarında gizlidir.' "