28 Ekim 2013 Pazartesi

20 Kuruş Deyip Geçme!


Londra'daki camii'ye yeni bir imam gönderilmiş.İmam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı söföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş.İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş.Kendi kendine 20 kuruşu geri versem mi şöföre diye düşünüyormuş.

Ama içinden bir ses diyormuş ki çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil.

Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz.

Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, Allah'tan gelen bir hediye gibi.

İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki:

Paranın üstünü fazla verdiniz.

Şöför gülümsemiş ve demiş ki:

Siz caminin yeni imamısınız değil mi..?

Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum.

İslamı öğrenmek için.

Bu yüzden bilerek size fazla para verdim.

Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.

İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş.

Yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış.

Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki:

Allah'ım az daha İslam'ı 20 kuruşa satıyordum..!

Dördüncü Murad ve Derici

Bir gün 4. Murat Sadrazamıyla birlikte tebdil-i kıyafet gezerken bir deri dükkanın önünde dururlar. Dükkan son derece kötü bir durumdaydı ve dericinin hali ise içler acısıydı. İhtiyar derici sandalyesini çekmiş dükkanın önünde oturmaktadır. Padişah: Selamın Aleyküm derici der. Derici şöyle gelenlere göz atar ve hemen toparlanarak: -Aleyküm Selam Ya Cihan-ı Serdar der Padişah: Yazı Kışa hiç katmadın mı? Derici : Kattım ama hiç bir şey tutturamadım der.. Padişah: Peki geceleri hiç çalışmadın mı? Derici: Çalıştım ama el aldı der. Peki der Padişah sana bir kaz göndersem yolar mısın? Derici yolarım der hem de hiç bağırtmadan.. Padişah dericinin yanından ayrılarak saraya döner. Sadrazam dayanamaz.. Haşmetlim der derici ile yaptığınız konuşmadan hiçbir şey anlamadım. Padişah kızar Sadrazama dönerek.- Sen nasıl sadrazamsın der ne demek bir şey anlamadım. Derhal o dericinin yanına gideceksin ve ne konuştuğumuzu anlayacaksın. Eğer anlamazsan tez zamanda kelleni vurdururum der. Korkuya kapılan sadrazam soluğu dericinin yanında alır. Derici sadrazamın koşarak geldiğini görünce doğrularak. —Hoş geldin der. Sadrazam – Çabuk bana Padişahla ne konuştuğunuzu anlat der Derici- Anlatırım ama bir kese altın vereceksin der Sadrazam kelle korkusuyla kabul eder ve sorar —Söyle bakalım gelenin padişah olduğunu nasıl anladın? Derici- Padişah kılık değiştirmişti ama yeleğini değiştirmeyi herhalde unuttu üzerinde öyle kıymetli deriden yapılmış bir yelek vardı ki o yeleği ancak padişahlar giyebilirdi Peki der sadrazam Yazı kış katmadın mı ne demek? Derici- Anlatırım ama bir kese altın daha vereceksin der Sadrazam mecburen kabul eder. Derici- Padişah yazı kışa katmadın diye sordu yani yaz kış çalışıp kazanmadın mı ki sen ve dükkânın bu haldesiniz dedi bende çalıştım ama hiçbir şey tutturamadım dedim Peki der Sadrazam. Geceleri hiç çalışmadın mı? Diye sordu Derici -Anlatırım ama bir kese altın daha vereceksin der. Sadrazam biraz da kızarak kabul etmek zorunda kalır. Derici -Yani padişah geceleri çalışıp çocuk filan yapmadın mı özellikle oğlun yok muydu sana yardım edecek demek istedi. Bende yaptım ama oğlum olmadı kızlarım oldu onları da elin oğlu aldı dedim… Peki der sadrazam Padişah sana bir kaz yollasam yolar mısın dedi o ne demek?.. İhtiyar derici elindeki altın keselerini şöyle hafifçe havaya atıp tuttuktan sonra… Eeeee.. Onu da artık sen anla sadrazamım demiş… 

Levhada Ne Yazıyor?


İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermenilerden Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya'ya göç edip Berlin'de bir halı ve kilim mağazası açmıştı. Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan'a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her gecen gün bir öncekini aratmaktaydı. Savaş bütün hızıyla sürerken 1943'un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı. Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte'ye, Nisan başında ise Viyana'ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan'da Berlin'i kuşattılar. Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti. Ruslar artık Berlin’deydiler. Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı. Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti. Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı. Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı. Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı. Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla çoktan gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu. Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi. Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi. Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi. Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı. Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan'ın şakağına dayadı. Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına dönüp ağzından - “Şimdi b..ku yedik” cümlesi döküldü. Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu: - "Ne dedung? Ne dedung?..." Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı: - "Simdi b..u yedik". O anda sanki bir mucize oldu. Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı. Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu. Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız ağzıyla, "Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam" yani "Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim" derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu. Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı. Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı. Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar. Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı. Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin'e kadar gelmişlerdi ve 1945'te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin'e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi. Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı. Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin'deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler. Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar. Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler. Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın'ın Çemberlitaş'taki atölyesine gitti. Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi duyunca şaşırdı. Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu. Hemen "Yazarım" diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya'da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti. Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı. Levhanın etrafı "Hatip ebrusu" ile süslendi ve Almanya'ya doğru yola çıktı. Levhanın hikâyesi iste böyle... Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü... Emin Barın, dostlarına daha sonraları "Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım" diyecekti. Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin'e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete'ye de "Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı" başlığıyla haber oldu.
Bahadırhan Dinçaslan'dan alınmıştır.

24 Ekim 2013 Perşembe

Mısır, Irak, Suriye gibi yerlerde neden müzeler yağmalanır?

(Ve neden yabancılar yakında eserlere birşeyler olacak dedikten sonra çıkan olayların akabinde, müzeler tahrip ve yağma edilir de görevliler birşey olmadı! der.

BEŞ BİN YIL DAYANABİLDİLER
 

 

Geçtiğimiz hafta başlayan ayaklanmada şimdiye kadar 100’ü aşkın kişi öldü. Sokaklara hakim olan kaos, en çok da yağmacılara yaradı. Cumartesi günü bankalar ve kuyumcularla zengin insanların evlerine saldırmaya başlayan yağmacıların hışmından Mısır Müzesi de nasibini aldı.

Gece saatlerinde müzeye giren yağmacılar, burada bulunan ve tarihi 5000 yıl öncesine dayanan eserleri tahrip etti. Yağmacılardan geriye kalan en çarpıcı görüntü ise, tarihi binlerce yıl öncesine dayanan bu mumya oldu. Binlerce yıl önce sonsuza kadar yaşaması için mumyalanan bu insan, 2011 yılında Mısırlı yağmacılar tarafından son yolculuğuna böyle uğurlandı.

Müze müdürü Dr. Zahi Hawass, müzede büyük tahribat olmasına rağmen, çalınan bir eser olmadığını açıkladı.
Radikal, 31.01.2011
 

******


UNESCO PROTESTOLAR İÇİN ENDİŞELİ: MISIR KÜLTÜREL MİRASI ZARAR GÖREBİLİR
 

 

Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Direktörü Irina Bokova, Mısır'daki olaylarla ilgili yaptığı açıklamada, bu ülkenin zengin tarihi ve kültürel mirasına zarar verilmemesini istedi.

Bokova, yazılı açıklamasında, Mısır'ın tarihi ve kültürel mirasının en iyi şekilde korunması çağrısı yaptı. Açıklamada, Mısır yönetiminin de ifade ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermesi gerektiği vurgulandı. Mısır'da çıkan olaylarda, bazı tarihi eserlere yönelik yağmalama girişiminde bulunulduğu ve bunların son anda engellendiği bildirilmişti.

Zaman, 02.02.2011

At / Ana

Mesele Çözümü


İnsan Nevzat Kösoğlu

Nevzat Kösoğlu'na Rahmet

Şaban Abak

Anadolu'nun en 'yerli aydın'larından olan Nevzat Kösoğlu Bey vefat etti. Eserleriyle, yayıncılığıyla, siyasî mücadelesiyle ülkemize; milletimize iftihar edilecek hizmetler sunmuş olarak…
12 Eylül darbesinde pek çok masum vatan evladı gibi o da tamamen nahak yere iki yıla yakın hapis yatmıştı.
Çıktıktan sonra aktif siyasetten çekildi ve yeniden asıl büyük hizmetler verdiği alana; fikir ve kültür alanına yöneldi. İyi ki de öyle yaptı; çünkü ömrünün en verimli son 30 yılında milletimize birbirinden kıymetli eserler kazandırdı.
Başbakan Erdoğan ve bakanlarımız başta olmak üzere yüzlerce devlet adamının, aydınların, sanatçıların ve binlerce gencin katıldığı Kocatepe Camiindeki cenaze namazı tablosu da Nevzat Kösoğlu'nun hizmetlerinin toplumdaki yankısının ve takdir edilişinin bir işaretiydi.
Cezaevinden çıktıktan hemen sonra basılmış 'Kitap Şuuru' adlı deneme kitabı o yıllarda başucu kitabım olmuştu. Bir ölçü; bir mihenk olarak 'Kitap'ın yeniden hayatımızın merkezinde yer alması gerektiğini; yaşadığımız buhranların, savrulmaların 'ölçüsüzlükten' ileri geldiğini söylüyordu.
Kurduğu Ötüken Neşriyat'ın yayımladığı birbirinden kıymetli seçme eserler bile kültür hayatımıza hizmet olarak kâfidir. Sezai Karakoç'un 1966'da Diriliş dergisinde yazdığı 'İslam Toplumunun Ekonomik Stürktürü' adlı çığır açıcı eseri de ilk kez 1967 yılında Ötüken Neşriyat tarafından basılmıştır.
Yıllar sürmüş bir emeğin ürünü 'Şehit Enver Paşa' adlı incelemesi ise Nevzat Kösoğlu'nun araştırmacılığının seçkin bir örneğidir.
Hele kendi hayat macerasını anlattığı 'Geçmiş Zamanın Peşinde Yahut Vaizin Söyledikleri' adlı nefis kitabı ise İspir üzerinden yazılmış bir Erzurum kitabı ve yakın tarih hazinesi gibidir. 'Türk Olmak ya da Olmamak' başlığıyla yayımladığı eseri de kültür ve medeniyetimizi üreten ve yaşatan temel değerlerin samimi bir heyecanla hem aktarımı hem analizidir.
80'li yılların ortalarında Ankara'da, üniversite öğrencisiyken yaşadığım maddî zorlukları aşmak için yarı zamanlı da olsa bir iş bulup çalışarak okulu bitirmek istedim. İş bulmama yardımcı olabileceğini düşünen bir arkadaşın tavsiyesi üzerine kendisini ziyarete gittim. Param oldukça uğrayıp kitap aldığım Kolej yakınlarındaki An-Da Kitap Dağıtım'da, arka taraftaki özel bölmede oturuyordu.
Kendimi tanıtıp konuyu açınca büyük bir üzüntüye kapıldı. Cezaevindeyken de çıktıktan sonra da kendisini hemen hemen arayıp soranın bulunmadığını, bana yahut başkasına yardımcı olabilecek imkâna sahip olmadığını ve fakat bizlere yardımcı olmanın aslında kaçınamayacakları bir görev ve sorumluluk olduğunu söyledi. Bu sırada ağlamaya başladı. Adeta dolu bir bardağa son bir damla eklemiştim.
Çıkışta beni uğurlarken içtenlikle boynuma sarıldı. O sırada elini göstermeden, cebime soktuğunu hissettim.
Cebeci'ye doğru yürürken çıkarıp baktım. Tedavüldeki en büyük banknottan iki adet parayı kıvırıp cebime sokmuştu. Bu sefer ben ağlamaya başlamıştım.
Mekânı cennet, yoldaşı Resulullah olsun!

Eksiklikler

Japonya'da bir çocuk 10 yaslarindayken bir trafik kazasi geçirmis ve sol kolunu kaybetmis. Oysa çocugun
büyük bir ideali varmis . Büyüyünce iyi bir judo ustasi olmak istiyormus. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yikilan çocugunun büyük bir depresyona girdigini gören babasi, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasina gidip yapilacak bir seyin olup olmadigini sormus..

Hoca:
-Getir çocugu ..bir bakalim, demis.
Ertesi gün baba-ogul varmislar hocanin yanina..
Hoca çocugu süzmüs ve
-Tamam demis..yarin esyalarini getir, çalismalara basliyoruz.
Ertesi gün çocuk geldiginde hocasi ona bir hareket göstermis ve bu hareketi çalis demis.
Çocuk bir hafta ayni hareketi çalismis..
Sonra hocasinin yanina gitmis. "Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormus.
 Hocanin cevabi:

Çalismaya devam et olmus...
2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yilini doldurmus..
Çocuk bu bir yil boyunca hep o ayni hareketi tekrarlamis.
.Hocanin yanina tekrar gitmis:
-Hocam bir yildir ayni hareketi yapiyorum bana baska hareket göstermeyecek misiniz?
-Sen ayni hareketi çalis oglum . Zamani gelince yeni harekete geçeriz..
2 yil ,3 yil, 5 yil derken çocuk judodaki 10.yilini doldurmus.
Bir gün hocasi yanina gelip. .."Hazir ol ! " demis.. "Seni büyük turnuvaya yazdirdim.
Yarin maça çikacaksin!"..Delikanli sok olmus..

Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var.
Ünlü judocularin katildigi turnuvada hiçbir sansinin olmayacagi düsünmüs ; ama hocasina saygisindan ses çikarmamis...
Turnuvanin ilk günü delikanli ilk müsabakasina çikmis. Rakibine bildigi tek hareketi yapmis ve kazanmis. Derken.. ikinci üçüncü maç.... çeyrek, yari final ve final...
 Finalde delikanlinin karsisina ülkenin son on yilin yenilmeyen sampiyonu çikmis.

Tam bir üstat delikanli dayanamayip hocasinin yanina kosmus...
-Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakin
hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildigim tekbir hareket var..bu kadar bana yeter.. bari çikip ta rezil olmayayim izin verin turnuvadan çekileyim..
-Olmaz demis hocasi. Kendine güven,çik dövüs.
Yenilirsen de namusunla yenil.
Çaresiz çikmis müsabakaya. Maç baslamis.Delikanli yine bildigi o tek hareketi yapmis ve tak.!
 Yenmis rakibini sampiyon olmus.
 Kupayi aldiktan sonra hocasinin yanina kosmus:

-Hocam nasil oldu bu is? Benim bir kolum yok ve bildigim tek bir hareket var. Nasil oldu da ben kazandim.?
-Bak oglum 10 yildir o hareketi çalisiyordun. O kadar çok çalistin ki, artik yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok.

Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karsi hareketi vardir.
Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutmasi gerekir.!
 
Bunu anlatan dostumuz bir de şunu ekledi: İnsanlarin eksiklikleri bazen, ayni zamanda en güçlü taraflari olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin...

22 Ekim 2013 Salı

Emekli Mehmet Efendi'den Nükteler / Durdu Güneş

http://www.ankarahaber.com/yazar/Emekli-Mehmet-Efendi-den-Nukteler-2/1040

Çöp Kamyonu

"Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu. 

Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı. 
Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı. ...

Sordum:

-'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.'

Taksi şoförü bana, simdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför -pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'

Hayat %10 onunla ne yaptığınız, %90 onu nasıl alıp karşıladığınızdır.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Derviş ve Hükümdar

Bir derviş çöl kenarında oturmuş tefekkür ederken, yanından hükümdar geçti. Bu dünyanın endişe ve dertlerinden kurtulmuş olan derviş, ne kafasını kaldırdı, ne de ilgi gösterdi. İktidarından müthiş gurur duyan hükümdar onun bu ilgisizliği karşısında öfkeden deliye döndü ve
“Yamalı cübbeleriyle bu dervişler hayvanlardan farksız” dedi.
Hükümdarın veziri dervişin yanına gelip onu sorguya çekmeye başladı:
“Dünyanın büyük sultanı yanından geçti ve sen ne ayağa kalktın ne de önünde eğildin.
Bu küstahlığın sebebi nedir?”
Derviş cevap verdi:
“Sultanınıza söyleyin,
ondan mükâfat bekleyenlerin önünde eğilmesini beklesin.
Yine ona söyleyin,
idareciler halklarını korumak için vardır.
İdarecilere itaat etsin diye yaratılmamıştır.
Ona söyleyin ki,
İdareci fakir-fukaranın bekçisidir. Koyunlar çoban için var edilmemiştir, bilakis çoban koyunlara hizmet etmek için vardır.
Etrafınıza bir bakın. Bir kişi dertsiz-tasasız safa sürerken, diğerleri sıkıntıyla geçinmeye çalışıyor. Fakat bir gün gelecek, aptalca düşüncelerle dolu beyinler toprakta çürüyüp gidecek. Kaderin karşı koyulmaz hükmü beyan edildiğinde, ortada ne efendi kalacak, ne de köle.
Kabirleri açın da un ufak olmuş kemiklere bakın bakalım. Sonra da bana hangisinin zengine, hangisinin fakire ait olduğunu söyleyin.”
Hükümdar, dervişin bu sözlerini duyunca derinden etkilendi, utandı. Dervişe sordu:
“Ey derviş, dile benden ne dilersen!”
“Beni bir daha rahatsız etmemeni istiyorum.”
“Peki ama, ne olur bana bir nasihatta bulun.”
“Kudret senin elindeyken dikkat et. Çok geç olmadan şu hakikati anla:
Kudret ve saltanat kimsede kalmaz, elden ele dolaşır, bir kuş gibi daldan dala konar.”

11 Ekim 2013 Cuma

Bakış Açısı

Bir meseleye bakarken nereden baktığınız önemlidir. Çünkü baktığınız yere göre sonuç değişebilir. Anlaşmazlıkların birçoğu bir meseleye bakarken farklı nirengi noktaları kullanılmasından kaynaklanır. Empati kurarken karşı tarafın nirengi noktasını da dikkate alırsak daha rahat anlaşabiliriz.

Bir fıkra bunu güzel tasvir eder.

Batılı bir grup turist, safari avı için Afrika’ya giderler. Av bölgesine giderken yanlarına yerlilerden birkaç kişi alırlar.

Avlanacakları ormanlık alana girdiklerinde kaybolmama düşüncesiyle nirengi noktası olarak büyük bir ağaca çaput bağlarlar. Av bölgesinde bir süre avlandıktan sonra geri dönmek isterler. Ancak çaput bağladıkları ağacı bulamazlar. Batılılar paniğe kapılır “Eyvahh! Biz ormanda kaybolduk!” derler. Yerliler ise hiç telaşlanmazlar gayet sakin dururlar. Batılıların “kaybolduk” sözlerine karşılık, “Hayır, biz kaybolmadık işte buradayız. Çaput bağladığımız ağaç kayboldu” derler.


Durdu Güneş'e teşekkürler.

Karga Kadar Olmak!

Karga,karga ''gak'' dedi,
Çık,şu dala ''bak'' dedi,
Çıktım baktım o dala
Bu karga ne ''budala!..''

Belli ki,karganın dediği gibi dala çıkıp bakmış,bir şey göremeyince de karga '' budala'' olmuş!!!
Budalalığı üstüne konduramayan bizler,kargaya ''Budala'' yakıştırması yapan bizler..Alttaki fotoğrafa bakalım da, ''biz bunu yapıyor muyuz...sorgulayalım!!!...'' Sonra da,kim akıllı, kim budala BİRAZ DÜŞÜNELİM!!...KISSADAN HİSSE!!.....
Metin Devrim'e teşekkürler.