4 Ekim 2017 Çarşamba

Profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyor:

1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına   giderek "Çok zenginim. Evlen benimle!"dediniz. Bu,  doğrudan pazarlamadır
2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız  partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına  gitti ve sizi işaret ederek kıza "O çok zengin. Evlen onunla!" dedi. Bu,reklamdır.  
3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve  yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp "Çok  zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, telepazarlamadır.  
4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzelttiniz,ona doğru  yürüyüp içkisini tazelediniz,arabanın kapısını açtınız, çantasını  düşürünce eğilip aldınız,küçük bir gezinti teklif ettiniz ve sonra "Bu  arada ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dediniz. Bu, halkla  ilişkilerdir.  
5.Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız  gördünüz. Yanınıza geldi ve "Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle  evlenir misiniz?" dedi. Bu, marka bilinirliğidir.  
6.Katıldığınız  bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok  zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat  yapıştırdı. Bu, müşteri geribildirimidir.
7. Katıldığınız bir  partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim.  Evlen benimle!"dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.  
8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız  gördünüz. Yanına yaklaştınız, ama siz birşeyler söyleyemeden önce biri  gelip ona "Ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dedi ve kız onunla gitti. Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.
9.Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp   "Ben çok zenginim, evlen benimle!" diyecekken karınız geldi. Bu, yeni  pazarlara girememektir.

Çatlak Testi

Çin’de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine.
Bu testilerden birinin yan kısmında bir çatlak varmış…
Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve.
Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış. İki sene her gün bu şekilde geçmiş.
Adam her iki testiyi de suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış.
Tabi ki kusursuz, yani çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyor muş.
Fakat zavallı çatlak yani kusurlu testi, çok utanıyormuş bundan.
Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş:
“Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor… Sen boşuna taşıyorsun beni demiş”
Adam gülümseyerek dönmüş testiye; Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu ama.
Kusursuz testinin tarafında ise hiç bir şey yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlaklığını biliyorum… Senin tarafına ben çiçek tohumları ektim…
Her gün o yolda su taşırken, sen onları hep suladın… 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp evimi, duvarımı, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, yani o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim” diye cevap vermiş…
İşte aslında hepimiz birer çatlak testiyiz ve Her birimizin kendine has kusurları vardır. Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan, mükafatlandıran, renklendiren…
Bu nedenle Etrafımızdaki her kişiyi, oldukları gibi kabullenmemiz gerekir…
Onlardaki kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görürsek mutlu oluruz…
Yıllar önce Dale Carnegie demişti ki:
Herkese portakal gelirken, niye bana ekşi limon geldi?” diyeceğinize, limonunuzla limonata yaparak herkesten farklılığı yaşayın…
Hz Mevlâna da der ki; “Kaderimi ben seçmedim, Rabbim ikram etti Elhamdülillah!
“İyiyim desem yalan olur, kötüyüm desem inancıma dokunur. En iyisi şükre vurayım dilimi, belki o zaman kalbim kurtulur”
Dua’m belli, Duyan belli, Gerisi Takdiri İlâhi…

28 Eylül 2017 Perşembe

İKİ ŞEY

Kilise tarafından yakılarak öldürülen Giordano Bruno (1548- 1600) Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olup evrensel ve zaman mefhumundan uzak "iki şey" öğretisi kulağa küpe olacak cinsten.
İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
...
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
2- Hak yememek
İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)
İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak
İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek
İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik
İki şey kaşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak
İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık
İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek
İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak
İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)
İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba
İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz
İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi
İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek
"Allah, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır"
"Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar. "
Giordano Bruno (1548- 1600)

KIZILDERİLİLERİN ŞEREF YASALARI

1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek başına dua et, sık sık dua et. Büyük Ruh dinler, eğer sen sadece konuşursan.
2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol. Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır. Rehberlik bulmaları için dua et.
3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet. Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme. O senin, sadece senin yolundur. Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler, fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.
4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran. Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.
5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma. O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.
6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister bitki olsun.
7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır. Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma. Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.
8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma. Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.
9 – Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.
10 – Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.
11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.
12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula. Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.
13 – Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.
14 – Her zaman dürüst ol.
15 – Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.
16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.
17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol. Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma – özellikle kutsal ve dini eşyalarına. Bu yasaktır.
18 – Önce kendine karşı dürüst ol. Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen, başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin.
19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.
20 – İyi talihini başkaları ile paylaş. Yardım kurumlarına bağışta bulun, şefkatli ol.

13 Ağustos 2017 Pazar

KARARSIZLIK

Profesör elinde bir Fare ve kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı. Salona dönerek: “Bu kutuya iki gün kimse dokunmasın!” dedi ve salondan çıkıp gitti.
Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Ne olacağını merak ederek iki gün beklediler.
İki gün sonunda profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Kutunun içindeki fare ölmüştü. Sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu.
– Havasızlıktan…
– Açlıktan…
– Susuzluktan…
Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette idi.
– Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan çıkmak için çok mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki vaziyetten anlıyoruz.
Şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü.
Fareyi asıl kararsızlık öldürdü!
Fare kutunun her yerini parçalayıp çıkacağına sadece bir köşesini parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı çıkıp kurtulacaktı.
Hayatta zaman zaman kararsızlığa düşeriz. “O mu, bu mu?” derken bizim için en kıymetli varlık olan zamanı tüketmiş buluruz kendimizi. Hedeflerimizi çok iyi belirlemeliyiz.
Hayat kararsızlık içerisinde yüzecek kadar uzun değil.
“Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kez vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturmaz. Sonra birden, sözgelimi yüzbirincide taş ikiye ayrılıverir. İste o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."
Başarı, almış olduğumuz kararların gerçekleşmesi uğruna verdiğimiz ısrarlı mücadeleden sonra gelir.
Kamil AKDOĞAN

8 Ağustos 2017 Salı

Deniz Olmak İstiyorsan!

Bir çocuğun ayakkabısı denize düşer ve kaybolur... Sahilde kumların üzerine şöyle yazar... 
BU DENİZ HIRSIZDIR...
Biraz ötede bir balıkçı, ağına yakalanmış çok miktarda balığı kıyıya çeker ve kumlara şöyle yazar;
BU DENİZ CÖMERTTİR...
Bir genç denizde boğulur...
Acılı, ağıt yakan annesi kumlara şöyle yazar;
BU DENİZ KATİLDİR...
İhtiyar bir balıkçı koca bir inci barındıran istiridye çıkarır denizden ve kumlara şöyle yazar;
BU DENİZİN GÖNLÜ ÇOK ZENGİNDİR...
Bir dalga gelir ,
Sahilde yazılı tüm yazıları siler...
Deniz sükûnet ve huşu içinde seslenir;
“Eğer deniz olmak istiyorsan, Başkalarının söylediklerine, Çok da önem vermeyeceksin.”

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Tek Ayakkabı...Alıntı Öykü... Bulunmayacak Tek Sey Senin Benzerin

Ayakkabici, yeni getirdigi mallari vitrine yerlestirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere oldugundan, spor ayakkabilara ragbet fazlaydi. Gerçi mallar lüks sayilmazdi ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onlarin en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine dogru biraz daha yaklaşti. Fakat bir koltuk degnegi kullanmaktaydi. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz atti. Üstündeki pantolonun sol kismi, dizinin alt kismindan sonra bostu. Bu yüzden de saga sola uçusuyordu. Çocugun baktigi ayakkabilar, sanki onu kendinden geçirmisti. Bir müddet öyle durdu. Daldigi hülyadan çikip yola koyuldugunda, adam dükkândan disari firlayip:
- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabi almayi düsündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacagim dogustan eksik".
- "Bence önemli degil!" diye atildi adam. "Bu dünyada her seyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacagi. Kiminin de akli veya vicdani."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konusmayi sürdürdü:
- "Keske vicdanimiz eksik olacagina, ayaklarimiz eksik olsa idi."
Çocugun kafasi iyice karismisti.  Adam, vitrine isâret ederek:
- "Baktigin ayakkabi, sana yakisir!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, basini yanlara sallayip:
- "Üzerinde 30 lira yaziyor" dedi, "Almam mümkün degil ki!"
- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alirim!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düser. Zâten sen bir tekini alacaksin, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düsünüp:
- "Ayakkabinin diger teki ise yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"
- "Amma yaptin ha!" diye güldü adam. "Onu da, sag ayagi eksik olan bir çocuga satarim."
Küçük çocugun akli, bu sözlere yatmisti. Adam, devam ederek:
- "Üstelik de ögrencisin degil mi?" diye sordu.
- "İkiye gidiyorum!" diye atildi çocuk, "Üçe geçtim sayilir."
- "Tamam iste!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalir 5 lira. O da zâten pazarlik payi olur. Bu durumda ayakkabi senindir, sattim gitti!"
Ayakkabici, çocugun saskin bakislari arasinda dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun begendigi modelin ayniyla doluydu. Ama adam, vitrinde olani çikartti. Bir tabure alip döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabisini giydirdi. Ve çikarttigi eskiyi göstererek

- "Benim satis islemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."
- "Saka mi yapiyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabani delinmek üzere. Eski bir ayakkabi, para eder mi?"
- "Sen çok câhil kalmissin be arkadaş..." dedi adam, "Antika esyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabin, bence en az 30-40 lira eder."
Küçük çocuk, art arda yasadigi soklari üzerinden atabilmis degildi. Mutlaka bir rûyada olmaliydi. Hem de hayatindaki en güzel rûya. Adamin, heyecandan terleyen avuçlarina sikistirdigi kâgit paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralik banknotu geri vererek:
- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini baslattiniz ya!"
Adam onu kiramayip parayi aldi. Ve bu arada yanagina bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sigmiyordu. Eger bütün mallarini bir günde satsa, böyle bir mutlulugu bulamazdi. Çocuk, yavasça yerinden dogruldu. Sanki koltuk degnegine ihtiyaç duymuyordu. Simsicak bir tebessümle tesekkür edip:
- "Babam hakliymis!" dedi. "Sakat oldugum için üzülmeme hiç gerek yok! demisti."
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yasanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçeklesecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Sey Senin Benzerindir. 

Hak

Kervan sahibi tüccar epeyce yaşlanmış, ahirete intikal vakti gelmiş.
Eş, dost, hısım, akraba ile helalleşmiş.
"Yahu demiş bizim emektar bir devemiz 
vardı. Onun da bende çok hakkı var. Bir de onunla helallaşeyim" diye devesinin yanına gider.
"Çok kahrımı çektin, ne zaman ruhumuzu teslim edeceğimiz belli değil, hakkını helal et." der.
Deve,
"Bütün haklarımı helal ettim, bir tanesi hariç." der.
Kervan sahibi meraklanır,
"Hangisi?" der. Deve,
"Ömrüm boyunca beni bir eşeğin arkasında yürüttün ya o hakkımı." der.

13 Nisan 2017 Perşembe

Adamın Biri

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
30 Aralık 2016

Uzun ama yüreğe dokunur gerçek bir hayat Hikayesi okumanızı tavsiye ederim:....
.
Turgay Tanülkü, 18 yaşındayken girdiği cezaevinden 26 yaşında bambaşka bir insan olarak çıkmış
Ünlü oyuncu, 1970’lerde Ulucanlar Cezaevi’nde siyasi nedenlerle hapse girdiğinde daha 18 yaşındaymış. Hem hukuk fakültesini hem de konservatuvar sınavlarını kazandığı sırada girmiş cezaevine. Ve oradayken birçok işkenceye maruz kalmış…
Tanülkü, ilk olarak, koğuştaki arkadaşlarını eğlendirmek için fıkraları canlandırarak sokmuş tiyatroyu koğuşa.
Ailesi onun hapiste olduğunu bilmiyor, onu Almanya’da sanıyorlarmış. Bu yüzden de tek bir ziyaretçisi bile yokmuş yanına gelen.
Cezaevindeyken okula gidip gelebiliyormuş gardiyan eşliğinde; bu sayede bitirebilmiş konservatuvarı
Okulla cezaevi arası iki caddeymiş ve gardiyan okula kadar getirip bırakıyormuş onu; akşam üzeri de alıyormuş. Okuldakilerse bilmiyormuş onun cezaevinde olduğunu.
“Çocukları kurtarmam gerekiyordu. Onlar için bir şeyler yapmam gerekiyordu.”
Böyle söylüyor Turgay Tanülkü. 26 yaşındayken -yani tam sekiz yılı uçup gitmişken- , suçsuz olduğu anlaşılmış ve serbest bırakılmış. Ama hapisten çıkarken bir söz vermiş kendisine: “Bir gün cezaevine tekrar gideceğim!”
Bu yüzden, 26 yaşındayken çıktığı cezaevine, mahkumlarla gönüllü olarak tiyatro yapmak için geri dönmüş
1981’de gönüllü olarak tiyatro yapmaya başlamış mahkumlarla ünlü oyuncu. Tıpkı kendisine söz verdiği gibi, geri dönmüş cezaevine ama bu sefer bir suçlu(!) olarak değil. Ve sonra, mahkumlardan bir grup oluşturmuş; kısa sürede de ilk oyunlarını sahneye koymuşlar.
“Çocuklar gelirdi babasını, annesini seyretmeye. Oyun biter, misafirler gider, o koca koca adamlar sahneden iner, ailesinin oturduğu koltukları koklardı.”
Böyle söylüyor Turgay Tanülkü, mahkumlarla yaptıkları oyunlar hakkında. Ve ekliyor: “Tiyatro bir insan kokusudur.”
27 yıldır evli olan ünlü oyuncu, cezaevindeyken gördüğü işkenceler yüzünden hiçbir zaman çocuk sahibi olamamış ama bu oyunlar ve galalar sayesinde mahkumların çocuklarıyla tanışmak iyi gelmiş ona her zaman.
Oyunlar sayesinde tanıştığı mahkumların çocuklarına elinden geldiği kadar yardımcı olmuş her zaman; daha fazlası içinse tiyatro dışında bir iş yapması gerekiyormuş
Çocuklarını okutabilecek durumu olmayan mahkumların çocuklarını okutmaya başlamış önce; sonra erzaklarını almış, kiralarını ödemiş. Ama tüm bunları sağlayabilmesi için tiyatro dışında başka bir işe de ihtiyacı varmış.
Bir yandan TRT’de Ferhunde Hanımlar dizisinde oynarken bir yandan naylon torba satmış, çay ocağı işletmiş… Ve oradan kazandıklarıyla destek olmaya çalışmış çocuklara
Daha sonra da eşiyle birlikte, çaresiz kalıp sokağa ve suça yönelmesinler diye almaya karar vermişler bu çocukları
Ve şimdi 23 tane çocuğu var ünlü oyuncunun. 11 tanesi üniversitede okuyor; ortaokul ve lise çağında olanlar da var. Mesela 45 yaşında bir oğlu var. İki çocuğu, sahne aldığı oyunda rol alıyor… Çocuklarının hepsiyle tek tek gurur duyuyor ünlü oyuncu ama Merve Sultan Elgün isimli kızıyla bir başka… Çünkü Merve okulunu bitirip, savcı olmuş.
Tam 23 tane çocuğu var şimdi Tanülkü’nün, hepsiyle de ayrı ayrı gurur duyuyor ama kızı “Savcı Merve Sultan Elgün” bir başka
Merve’nin babası Buca Cezaevi’nde kalan mahkum oyunculardan. Bir oyun sırasında, küçücük bir kız olan Merve gelip tutmuş ünlü oyuncunun elinden ve “Turgay Baba dedikleri sen misin?”, “Biz okumak istiyoruz.” diye girmiş lafa. Böylece tanışmışlar.
Cezaevine babasını ziyaret etmek için geldiklerinde, içeri girerlerken bir savcı saçlarını okşamış Merve’nin. İşte o gün karar vermiş 12 yaşındaki küçük kız “savcı” olmaya. Sonrası zaten malum. Ünlü oyuncunun desteğiyle çok çalışıp kazanmış sınavları ve sonunda hayallerindeki gibi bir “savcı” olabilmiş.
Turgay Tanülkü, Merve için çok endişelenmiş zamanında… Nedeni ise ünlü oyuncunun şu sözlerinde saklı:
“Çünkü benim çocuklarım geçmişlerinden dolayı hayata bir sıfır yenik başlıyor. Kimileri yönetici oluyor, kimi başka pozisyonlarda görev alıyor. Çocukların geçmişleri bilindiğinde farklı davranmaya başlanıyor. Sultan sınavlara hazırlanırken, saçları ağardı, sarılık geçirdi. Çok sıkıntılar yaşadı. O sırada hep aklımdan şu geçiyordu: Benden kaynaklı sıkıntı yaşar mı, babasından dolayı sıkıntı yaşar mı? Savcı olacak ama her şeyini araştırıyorlar. Kendi kendimi yiyordum. Ona da belli edemiyorum. Sınav bitti, başmüsteşar Kenan İpek ‘Seninle gurur duyuyoruz’ dedi kızıma. O gün bütün dünya benim oldu. Bu çocuklar sıfırdan gelme…”
“Karıma anneler gününde 23 demet çiçek geliyor.”
Turgay Tanülkü’nün beş tane evi var, çocuklarına bu evlerde ve halen çalışarak bakıyor. Büyüyüp para kazanan çocukları, daha küçük olanlara destek oluyor. Böyle böyle geçinip gidiyorlar hep birlikte. Karısı da her zaman en büyük destekçisi olmuş yolculuklarında.
Baba mı diyorlar size diye sorulduğunda ise şöyle cevaplıyor ünlü oyuncu bu soruyu: “Evet baba… Ağır bir laf!”
Ve bu güzel yürekli oyuncu şöyle bitiriyor sözlerini: “Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum.”
Merve savcı olmuş, babası ise cezaevinden çıkmış… Ama babasının Merve’ye söylediği şu laf çok ağrına gidiyormuş ünlü oyuncunun: “Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı.”
Çünkü o diyor ki: “Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum.”

Etme

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.
Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.
Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.
Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
Mevlana Celaleddin Rumi

7 Nisan 2017 Cuma

Hepimiz Suçluyuz


Osmanlı devrinde “Acaba Ay’da kimse var mı?” sorusu düşmüş milletin aklına
Bunu öğrenmek için de bir çare düşünmüşler
Demişler ki; “Ahaliyi Sultanahmet meydanına toplayalım Hep bir ağızdan hey diye bağırtalım Çok yüksek bir ses çıkacağı için nasıl olsa Ay’dan duyulur, eğer orada kimse varsa bize cevap vermeye çalışır!” 
Burada bir dakika soluklanıp atalarımızın bu fennine, bu ilmine şapka çıkartmayı ihmal etmeyelim ve hikâyeye devam edelim
Günü geldiğinde saray memurları binlerce kişiyi Sultanahmet meydanına toplamış, “Ey ahali!” demişler “Bir, iki, üç diye sayacağız, üç denildiğinde hep bir ağızdan ‘Heeeeey!’ diye bağıracaksınız Tamam mı?”
“Tamaaam!” demişler
Padişah da gelip makamına kurulmuş
Bu arada kalabalık arasında bulunan bir fani kendi kendine demiş ki: “Ben boşu boşuna bağırmayayım, nasıl olsa kalabalığın içinde benim bağırıp bağırmadığım fark bile edilmez”
Sonra mabeyinciler “Biiir, ikiiii, üç!” diye seslenmiş veeeeee
Kalabalıktan hiç ses çıkmamış
Koca meydana ölüm sessizliği çökmüş, sinek uçsa duyulacak
Çünkü meydandaki herkes o kurnaz atamız gibi düşünmüş
Nasıl olsa başkaları bağırır diye herkes meydanı birbirine bırakmış
***
Taviloğlu, bu müthiş hikâyeyi anlatır anlatmaz “işte tamam” diye düşündüm “Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiği sorusunun cevabını bulduk Çünkü yıllar boyunca herkes sorumluluğu birbirinin üstüne attı Ben işime gücüme bakayım, nasıl olsa birileri çıkar mücadele eder dedi Ne kimse siyasetin ateşinde yandı, ne hayatından fedakârlık etti Köşesinden ortalığı seyretmekle yetindi Daha doğrusu bir takım fedakâr insanlar çıkıp canını, kanını verdi; toplumu uyarmaya çalıştılar ama başaramadılar Sonunda da bugünlere geldik”
***
Bu yüzden ben Türkiye’nin geldiği durumu, “Çalıklar ve alıklar” olarak (teşbihte hata olmaz!) nitelendiriyorum
Bir grup, dayanışma içinde hedefine adım adım yürürken (çalıklar), ses çıkarmamayı ve sorumluluğu başkasına atmayı düşünen milyonlarca kişi (alıklar) köşesinde oturdu
Uyarmak için çırpınanları da ya karamsar buldu ya aykırı
Hepsine burun kıvırdı
Sonunda da arkasında kimseyi bulamayan Nasrettin Hoca, Timur’dan birkaç fil daha istedi
İşte budur ol hikâyet!


(Zülfü Livaneli'den)

Kolay Kolay Yıkılmayan İnsanlarda Görülen 13 Özellik


1. Yalnız vakit geçirmek onlara koymaz. Hatta diğer insanların neden yanlarında sürekli bir arkadaş arayışı içinde olduğunu anlayamazlar.
2. Daha çok arkadaş edinme uğrunda diğer insanları tatmin etme çabasına girişmezler. Herkesin kendisinden hoşlanmasını bekleyen insanlarla kolay kolay anlaşamazlar. 
3. Hedefledikleri şeyi elde etmek için bekleyebilirler. İstedikleri şey hemen gerçekleşmeyince söylenmezler. Ağırbaşlı bir sabırla beklemeyi bilirler.
4. Aldıkları kararların sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu bilirler. Verdikleri kararlar sonucunda başlarına gelenler için başka insanları suçlamazlar.
5. Sevdikleri insanlar bir başarı elde ettiğinde onları kıskanmaz aksine onların başarıları için sevinirler. Kıskançlık yerine onların başarılarından ilham alarak daha çok çalışırlar.
6. Bulundukları gerçekliği kabul ederek her şeyi değiştiremeyeceklerini kabul ederler. Birinci basamaktayken yüzüncü basamağa sıçrama hayallerine kapılmazlar, başarının adım adım çıkılan bir merdiven olduğu gerçeğiyle yüzleşmişlerdir.
7. Bu insanlar başkalarının övgü veya eleştirilerinden gereğinden fazla etkilenmezler. Kendi değerlerinin farkına varmaları için başka insanların onayına ya da eleştirisine ihtiyaç duymazlar. 
8. Sahip oldukları şeyler az olsa bile söylenip durmak ve isyan etmek yerine elde var olanlarla yola çıkarak kendilerini geliştirmeye çalışırlar.
9. Risk almaktan çekinmezler, çünkü sonuçları olumsuz olsa dahi bunu kaldırabilecek ve yeniden başlamaya yeltenecek kadar kendilerine güvenlidirler.
10. Başlarına gelen olayların yapıcı ve işe yarar kısımlarına odaklanırlar. Geçmişin değiştirilemeyeceğinin farkındadırlar ve bu yüzden olayların kötü kısmına odaklanmanın yersiz olduğunu düşünürler.
11. Duygularının başka insanlar tarafından kolayca etkilenmesine izin vermezler. Herhangi bir insan dünyalarına girip ruh hallerini istediği gibi değiştiremez. 
12. Kendilerinden daha bilgili biriyle karşılaştıklarında onunla ego savaşına girmek yerine, o kişiyi gerçekten dinleyerek ondan faydalanmanın yollarını arar ve karşılarındaki kişiden yardım alarak bir şeyler öğrenmeye çabalarlar.
13. Kendilerinden daha az bilgili kişiler üzerinden ego tatmini elde etmeye çalışmazlar. Her kim olursa olsun her bireyin bir başka bireye öğretebilecek bir şeyleri olabileceğinin farkındadırlar.

Kaynak:http://filoji.com/kolay-kolay-yikilmayan-insanlarda-gorulen-13-ozellik/

50’lerden itibaren bırakmanız gereken 10 şey

Hayat çok kısa. Ya da çok uzun. Nereden baktığınıza bağlı.
Ama logaritmik bir ilerleyişi olduğu kesin.
Yani yaşamın çocukluk-gençlik döneminde yılların araları çok çok uzun ama yaşlandıkça feci kısalıyor. 6 yaşla 10 yaş arasında neredeyse asırlar varken, 45 ile 49 arası bir göz kırpmalık mesafe sanki.
O yüzden de ilerleyen yaşlarda hayat daha kıymetli geliyor hepimize. Acayip uçucu olduğu için.
Yabancı bir internet sitesinde “50’lerden itibaren bırakmanız gereken 10 şey” konulu bir yazı görünce, ilgilendim haliyle. Ve sizlerle de paylaşmak istedim.
1… Eski eşinizden ya da sevgilinizden nefret etmeyi bırakın.
Nefret insanı sinsi sinsi kemiren bir duygudur. Son günlerin moda deyimiyle “affetmeyi öğrenin”. Affedemiyorsanız, en azından “kayıtsız kalın”.
2… Dedikoduyu ve başkaları hakkında kötü konuşmayı bırakın.
Artık lisede değilsiniz. Dedikodu sizin için enerji ve zaman kaybından başka bir şey değil.
3… Minnet duymama huyunuzu bırakın.
Size iyi davrananları değil, kötü davrananları önemseme ve sürekli bunları gündemde tutma huyunuzu bir tarafa bırakın. Kızınızın ya da oğlunuzun doğum gününe, nişanına, nikahına kimlerin gelmediğine değil, kimlerin “geldiğine” odaklanın. Size kazık atanları değil, hoşluk yapanları “parlatın”.
4… “Ümitsiz vaka” arkadaşları bırakın.
Herkeste vardır öyle bir ya da iki arkadaş. Sürekli bir takım dertlere batıp çıkarlar ve her battıklarında size koşup saatlerce kafanızı ütülerler. Ama söylediğiniz hiçbir lafı da iplemezler. Ayrıca, siz zor durumda kaldığınızda nedense hiç ortalarda görünmezler. Gençken tamam da, 50 yaşından sonra kıymetli vaktinizi böyle boş işlerle harcamayın.
5… Karmaşayı bir tarafa bırakın.
İnsan 50 yaşına yaklaşırken, neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu az buçuk anlıyor. Aile, gerçek arkadaş(lar), dost(lar) ve sizin için gerçekten anlamı olan bir “iş”. Gerisi hakikaten kuru gürültü. Dolaplar dolusu giysiye ve elli tane ayakkabıya da ihtiyacınız yok, laf olsun torba dolsun misali sosyal aktivitelere de. Ve ruhunuzu öldüren bir işe de.
6… Kafası karışıklığı iyi bir şey sanmayı bırakın.
“Karmaşık insanlar” ilginçtir. Ezbere konuşmazlar, her davranışlarının bir nedeni vardır. Bilgileri süs gibi durmaz üstlerinde, içselleştirmişlerdir. Onlar sayesinde yeni bakış açıları keşfederiz, zenginleşiriz. Ama “kafası karışık insanlar” ilginç değildir. Hayatı çorbaya çevirmekten başka işe yaramazlar.
7… Daha fazlasını istemeyi bırakın.
Mutlu insanların ortak sırrı, ellerinde olanın kıymetini bilmeleridir. Elindekinin kıymetini bilmiyorsan, daha fazlasını istemenin bir anlamı yok, çünkü o da seni mutlu etmeyecek. Daha da fazlasını isteyeceksin.
8… Şu fazlalık 10 kiloyu bırakın.
40’ların sonundasınız ve 5-10 kilo fazlanız var… Derhal o kiloları bir yerlerde bırakın. Yürüyüşte, yüzmede, spor salonunda… Fark etmez. Sorun “estetik” değil, sağlık. Fazla her kilo 50’lerden itibaren sağlık açısından bir tehdit çünkü.
9… Her şeye evet demeyi bırakın.
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe “evet” demeyi bırakın. Sizi zorlayacak, size ters gelen, sizi gerecek hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsiniz. Hele 50 yaşından sonra!
10… Yaşlılıkla ilgili klişe düşünceleri bir tarafa bırakın.
Nasıl bir orta yaş ve yaşlılık dönemi geçireceğinize kendiniz karar verin. Canınız istiyorsa ve paranız varsa Küba seyahatine 60 yaşında da gidersiniz, sörf yapmaya 50 yaşında da başlarsınız, kime ne?
  • Neslihan Acu

Mükemmel Bir Hayat İçin

1- SİZİ AŞAĞI ÇEKECEK İNSANLARDAN UZAK DURUN: İlişkiler size yardımcı olmalıdır. Sizi incitmemelidir. Sizi mutlu eden insanlarla vakit geçirin.
2- HOŞLANMADIĞINIZ İŞ ÇEVRESİNDEN VE İŞ YERLERİNDEN UZAK DURUN: Bir veya ikinci denemenizde işiniz sizi mutlu etmeyebilir. Vazgeçmeyin. Aramaya devam edin. Eğer kendinizi her saniye mutlu bir şekilde çalışırken buluyorsanız doğru işi bulmuşsunuz demektir. Devam edin. Başarı çok yakınınızda.
3- KENDİ OLUMSUZ BAKIŞ AÇINIZDAN KURTULUN: Kendi zihinsel konuşmalarınız farkına varın. Birçok kez zihninizin sizinle konuştuğunuzu duyarsınız. Kulaklarınızı dört açın. Zihniniz size ne diyor? Eğer zihniniz sizinle olumlu olmayan şekilde konuşmaya başladıysa, hemen kendinize gelin ve zihninizin sizinle olumlu şeyler konuşması için onu yönlendirin.
4- GEREKSİZ İLETİŞİMSİZLİKTEN UZAK DURUN: Hissettiğiniz şeyleri söyleyin ve söylediğiniz şeyleri hissettiğinizden emin olun. Açık konuşun. Sorular sorun. Tam anlayıncaya kadar, konuyu netleştirmekten çekinmeyin.
5- DAĞINIK YAŞAM VE İŞ ALANINDAN UZAK DURUN: Dağınıklığı temizleyin. Kullanmadığınız gereksiz eşyalardan kurtulun. Bu konuda yazılmış David Allen’in kitabı size rehberlik edebilir.
6- KENDİ GECİKMELERİNİZDEN KURTULUN: 30 dakika erken uyanırsanız, gün içerisinde deliler gibi koşturmaya ihtiyaç duymayacaksınız. Bu 30 dakika, sizi yorgunluktan ve gereksiz baş ağrılarından kurtaracaktır.
7-BAŞKALARINA BENZEME BASKISINDAN KURTULUN: Çoğunluk gibi olma baskısı, sizi çoğunluğun içerisinde fark edilmez bir hale düşürebilir. Kalabalığa karışıp kaybolmayın. Bunu kabul etmeyin. Olabileceğiniz tek kişiyi siz var edebilirsiniz.
8- SAĞLIKSIZ BİR BEDENİ KABUL ETMEYİN: Vücudunuz hayatınızdır. Vücudunuzdan vazgeçmeyin. Doğru beslenin, egzersiz yapın ve düzenli aralıklarla doktorunuza başvurun.
9- DEĞİŞİMDEN KORKMAYIN: Hayat değişimin ta kendisidir. Her gün yeni bir gündür. Her günün farklı bir başlangıcı ve sonu vardır. Bunu kabul edin ve farklılığın keyfini sürün.
10- İŞKOLİKLİKTEN KURTULUN: Zamanınızı sürekli çalışarak geçirmeyin. Fırsat buldukça eğlenceye zaman ayırın. Gülümsüyorsanız, doğru şeyi yapıyorsunuzdur.
11- ÜNLÜ İNSANLARIN VE GÜZELLİK REKLAMLARINA TAKILMAYIN:
Güzel bir görünüm gözleri etkiler. Kişilik ise kalbi etkiler. Kendiniz olmakla gurur duyun. Siz zaten güzelsiniz. Pazarlama malzemeleri sizi yetersizmiş gibi hissettirmemeli.
12- UYKUSUZ KALMAMAYA ÖZEN GÖSTERİN: Yorgun bir zihnin üretken olması nadiren görülen bir şeydir.
13- AYNI ŞEYLERİ TEKRAR TEKRAR YAPMAYIN: Siz yaşam tecrübelerinizin toplamısınız. Ne kadar çok tecrübe yaşarsanız, o kadar güçlü bir bakış açınız olur.
14- KİŞİSEL HIRSLARINIZDAN KURTULUN: Azim ve hırs aynı şey değildir. Azim sizi başarıya doğru yöneltirken, hırs ve açgözlülük sizi siz yapan her şeyi elinizden alır. Ayağınıza gelen şans bile, küçük bir hırsla, ayaklarınızın altında ezilmeye mahkumdur.
15- BORÇ YIĞINLARINDAN KURTULUN: Düşlediğiniz hayata henüz ulaşmamışken bile mutlu ve iyi yaşamaya çalışın. Gerek duymadığınız şeyleri satın almaktan vazgeçin ve pazarlama oyunlarına gelmeyin. Büyük düşünün ve birikim yapın. Bütçenizi planlayın.
16- SAHTEKARLIKLA İŞİNİZ OLMASIN: Dürüst bir yaşam, size huzur verir ve geceleri başınızı yastığa rahat bir şekilde bırakmanın değeri paha biçilmezdir. Sahtekarlıkla aynı cümle içinde bile geçmesin isminiz ve bu tür insanlara tahammül etmek zorunda olmadığınızı farkına varın.
17- SADAKATSİZLİKTEN UZAK DURUN: İlişkilerinizi güven çemberinin içinde tutun. İlişkilerinizi, onların kutsal olduğunu düşünerek yaşayın. %100 güven duymadığınız ilişkiler, %100 mücadele etmeye değmeyen, uğruna savaşmaya gerek olmayan ilişkilerdir.
18- GÜVENSİZ EV ORTAMINDA UZAK DURUN: Evinizde kendinizi mutlu ve güvende hissedemiyorsanız, hiçbir yerde mutlu ve güvende hissedemezsiniz kendinizi. Evinizde bulunmaktan gurur duyacağınız bir sevgi ortamı yaratmaya dikkat edin.

21 Mart 2017 Salı

Yaşlı Marangoz

Yaşlı bir Marangoz emeklilik çağı gelmişti. Patronuna işten ayrılarak artık ailesi ve torunlarıyla zaman geçirmek istediğini söyler.
Bunun karşılığında patronu marangozdan son bir isteği olduğunu ve ondan son kez bir ev yapmasını istediğiniz söyler.
Marangoz kabul eder ve ise girişir. Fakat gönlü artık iste olmadığı için bastan savma isçilik ve kalitesiz malzeme kullanarak evi bitirir. İşini bitirdiğinde işveren, evi gözden geçirmek için gelir. Dış kapinin anahtarini marangoza uzatır. “Bu ev senin” der, “sana benden hediye“.
Marangoz şoka girer. Bu nasıl olur diye düşünür.
Bu son diye bir an önce bitirmek için yaptığı evin kendisinin olduğunu öğrenince çok utanır. Bu evin kendi evim olduğunu bilseydim hiç böyle yapar mıydım diye düşünür ve o anda yaptığı hatanın farkına varır.
Bir başkası için yaptığı iş aslında kendi kullanacağı standartların çok altındadır. Evet kendi hayatınızda da marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar yada bir duvar dikersiniz.
Hayat bir “kendin yap” tasarımıdır. Başkaları için yaptığınızı düşündüğünüz olumlu ya da olumsuz herşey sizin kendi evinizi inşa eder. Oturdugunuz evin güzelligi de, çirkinligi de sizin eserinizdir.

Sen eşek olduktan sonra semer vuran çok olur

Kasabanın semercisi ölmüş. Yeni gelen semerci çok acemiymiş.Yaptığı kötü semerler eşeklerin sırtını yara bere içinde bırakmış. 
Canları yanan eşekler başlamışlar semercinin ölmesi için dua etmeye..
"Allahım şu semercinin canını al da, kurtulalım ! "
Kalp krizi geçiren semerci ölmüş. Yeni gelen semerci ise ondan daha betermiş.Eşekler yine:
"Allahım bu semerciyi de başımızdan al ! " diye duaya başlamışlar. Yaşı ilerlemiş tecrübeli bir eşek:
" Arkadaşlar böyle olmuyor. Semerci ölsün diye dua etmek çok anlamsız ! "
" Peki ne yapalım ? "
" Allah'a bizi eşeklikten kurtarması için dua edelim ! "

Hangisiydi Unuttum.

Köy köy kasaba dolaşarak gönül verdiği partisinin propagandasını yapan köyün ağası sözlerinin daha etkili olması için fiyakalı bir soyadı arıyormuş.Yakın adamları: 
" Ağam sana Kurdoğlu gibi müthiş bir soyadı senin gönülleri kazanmanı sağlar " demişler. 
Ağa bu ismi beğenmiş. Adının önüne " Kurtoğlu" nu eklemiş.
Bir müddet sonra " Bakalım iyice öğrenip alışmışlar mı ?" diye adamlarından birini imtihan etmiş.
- Söyle bakalım benim soyadım nedir ?
Adamcağız düşünmüş taşınmış lakin bir türlü hatırlayamamış.
- Kusura bakma ağam ! demiş " Bir hayvanın oğluydun ama hangisinindi unuttum. "

Temel'i Kim Tanımaz?

Mehmet Felek


Temel bir zamanlar İtalya'da Fiat otomobil fabrikasında çalışan bir işçiymiş...
Dönemin Sovyet lideri Krusçev resmi bir ziyaret için İtalya'ya gelmiş.
Programında Fiat tesislerini gezmek de varmış.
Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Temel'e rastlamış. Herkesin gözü önünde,
''Vayyy Temeeel, Sen ha!.. Burada ha!!..'' diye sarılıp kucaklaşmış, orada ayaküstü sohbet etmişler.
Tüm protokol bu dostluktan şaşkın... Konuk gittikten sonra patronu Agnelli, Temel'i çağırıp, Krusçev'i nereden tanıdığını sormuş. Temel,
"Hiiiç!" demiş, ''Ben eskiden komünisttim...
1 Mayıs kutlamaları için partim beni Moskova'ya göndermişti. Orada tanışmıştık...''
Olay unutulmuş..
Üç beş ay sonra, bu kez Amerika başkanı Nixon gelmiş İtalya'ya. Yine aynı program ve fabrika ziyareti. Tezgahların arasında ''Vay Temel. Vay Nixon.'' muhabbeti...
İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Temel'i yine çağırtmış. Soru da cevap da aynı;
''Bir ara Amerika'ya göç etmeye kalkıştım. New York'ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu..''
Olay bu kadarla kalsa iyi. İki ay sonra Fransa başkanı De Gaulle ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca Patron Agnelli derin bunalımlara girmiş.
Kendisini tanıyan yok. Ama Yanında çalışan çulsuz Temel'in uluslararası çevresi var...
Agnelli: - De Gaulle'ü nereden tanıyorsun?
Temel: - Nazilere karşı Paris'te yeraltı savaşı yapıyorduk... Özel kuryesiydim.
Agnelli: - Sen herkesi tanır mısın?
Temel: - Evet, hemen hemen...
Patron iyice hırslanmış.
Agnelli: - Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.
Temel gülmüş,
Temel: - ''Tabii. Yakın arkadaşımdır.''
Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırmış,
Agnelli: - İspatla... İspatlayamazsan seni kovarım...
Temel : -Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.
Agnelli pazar gününü iple çekmiş.
Vatikan'da Papayı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış.
Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Temel...
Temel kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor...
O sırada bir kargaşa olmuş. Biri bayılmış..
Temel bayılanın kendi patronu olduğunu görünce Papaya ''Bana müsaade' deyip meydana koşmuş.
Agnelli yerde yatıyor.. Bir iki kişi de ayıltmaya çalışıyormuş...
Temel çevresindekilere, ''Bu benim patronumdur; beni papanın yanında görünce bayıldı degil mi'' diye sorunca biri cevap vermiş,
- O zaman bayilmadi da siz Papa ile balkona çıktığınızda bunun önünde iki Japon turist vardı.
Japonlardan biri senin patronuna dönüp,
"Şu sağdaki bizim Temel de, lakin yanındaki cübbeli kim?.." diye sorunca senin patron o zaman düşüp bayıldı...

20 Şubat 2017 Pazartesi

Okumasaydım Ben de Bilirdim Her șeyi

Hayatımızda en az kullandığımız kelime, ‘bilmiyorum’ kelimesidir. Bu kelimeyi daha sık kullanmaya bașladığımızda ise, o muhteșem kibrimizi ve kemiklerimize kadar ișlemiș cehaletimizi görmeye bașlayacağız demektir.
Daha önceleri yine okuyordum, ama belli bir düzen içinde değil. Son bir yıldır disiplinli olarak okumaya bașladım. Genellikle tablet bilgisayarda okuyorum, ya da e-kitap okuyucuda. Bir yıldır günde en az 80 kitap sayfası okudum, son bir aydır ise bunu günde 100 sayfaya çıkardım. Bir gün okuyamazsam, diğer gün telafi ediyorum okuyamadığım kısmı. Böylece son bir yılda okuduğum kitap sayfası yaklașık 30.000 sayfaya ulașmıș. Gelecek yıl için hedefim 35-40 bin sayfa. Makaleleri, okuduğum yazıları saymıyorum bu rakamın içinde, yalnızca kitap sayfası olarak ölçüyorum.
Genellikle üç-dört kitabı bir arada okuyorum. Bunlar sosyoloji, psikoloji, astrofizik, tarih, ideoloji, sanat, edebiyat ve felsefe kitapları genelde.
Peki bir yıl önceye göre kendini nasıl hissediyorsun diye sorarsanız, onu da söyleyeyim: kendimi daha cahil hissediyorum. Paradoksal bir durum bu, öğrendikçe Sokrates’in dediği gibi aslında hiçbir șey bilmediğinizi ve de bilemeyeceğinizi anlıyorsunuz.
Yani öğrendikçe cahilliğimiz de buna paralel olarak artıyor. Şöyle bir düșünelim. Giderek karmașıklașan sonsuz bir ağ üzerinde yürüyoruz ve yürüdükçe daha içinden çıkılmaz bir karmașaya düșüyoruz. Ağın iplikleri bizi sarıyor. Her gün okuyan bir insan bile ömrü boyunca 3-4 bin kitap civarında okumuș olur azami. Peki milyonlarca kitap, dergi, yazı, gazete ve yazılı diğer ürünler? Buna rağmen ne kadar bilgili olduğumuzu düșünürüz değil mi? Toplasan bir avuç bilgimiz yok aslında. İște bu nedenle cahil insanlar her șeyi bildiklerinden son derece eminlerdir.
Diğer yandan, her okuma eylemi, cahilliğin azalmasını sağlamaz. Örneğin gazete okumak cahilliği azaltmaz, aksine çoğaltır.
Düșünür Bertrand Russell șöyle der: “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” [1]
Russell’in bu sözü ile așağıdaki Cornell Üniversitesi’nde yapılan test, birçok yazıda alıntılanmıștır. Ben de bu alıntılardan yola çıkarak kendi özgün görüșlerimi açıklamaya çalıșacağım.
“Dunning-Kruger etkisi”
Türkçe’de “cahil cesareti” diye bir deyim var, bu bilimsel olarak “Dunning-Kruger etkisi” diye de bilinir. Bu görüș, “Yetkin olmayan insanlar, vardıkları yanlış sonuçlar ve talihsiz seçimlerin yanlışlığını anlayabilecek kapasiteye sahip değillerdir.” görüşünü savunmaktadır.
Bu teori 1999 yılında Cornell Üniversitesi Psikoloji bölümü öğretmenlerinden by Dr. David Dunning ve  Dr. Justin Kruger tarafından yaratılmıș.[2]
‘Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Nitelikleri, eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.’
Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik ‘Nasıl geçti?’ sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi… Soruların yüzde 10’una bile yanıt veremeyenlerin ‘kendilerine güvenleri’ müthişti. Onların ‘testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiklerini’ düşündükleri; hatta ‘iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları’ ortaya çıktı. Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise ‘en alçakgönüllü’ deneklerdi; soruların yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.”[3]
Anlatmak istediğim tam da buydu. İnsan öğrendikçe ve araștırdıkça bilmediğini düșünüyor. İște Dunning-Kruger Etkisi, çağımızın anti-entelektüel kimliğinin de neden ve nasıl olduğunu açıklıyor bence. Bilim sürekli bir arayıș üzerine kurulu diyalektik olarak gelișen bir organizmadır. Dünün birikimiyle bugünü açıklar ve buradan geleceğe uzanır. Bilimsel olarak bugün herhangi bir konuda sunulan gerçek, yarın değișebilir. Çünkü bilimde dogmalara yer yoktur. Bilim, bilmediğini düșünebilmektir özünde. İște bunun için, araștırma, öğrenme ve algılama sonsuzdur. Bilim gerçekliği arar, gerçeklik de sonsuzdur.
Cahil insan, cahil olduğunu bilmeyen insandır
Hepimiz çok akıllı olduğumuzu ve çok șey bildiğimizi düșünürüz. Bilmediğimiz șeyler varsa bile, yine de akıllıyızdır kendimize göre. Oysa gerçekte hiçbirimiz en azından düșündüğümüz kadar akıllı değiliz ve düșündüğümüz kadar da çok șey bilmiyoruz.
Yașayan en büyük bilim insanlarından birisi olan Stephen Hawking șöyle der: “Bilginin en büyük düşmanı cehalet değil, bildiğini zannetmektir.”
İște insanın tarihsel paradoksu, bildiğini sanma yanılsamasıdır. İkili ilișkilerimizde de karșıdaki insandan daha akıllı olduğumuzu, onun tüm davranıșlarının nedenini bildiğimizi düșünür ve çoğu zaman empati yapmaktan kaçınırız. Bu nedenle ikili ilișkilerimiz karmașık bir yün yumağına dönüșür ve bașarısız oluruz. İlișkinin öznelerinden birisinin diğerini, ya da her ikisinin  birbirini küçümsediği bir ilișkinin bașarılı olma olasılığı yoktur.
Cahil insan, cahil olduğunu bilmeyen insandır ve iște bu nedenle her șeyi bildiğinden emindir. Ancak okuyan, araștıran, bilime inanan bir insan ise cahil olduğunu bilir ve bu yüzden öğrenmeye çalıșır, öğrenme sürecinin sonsuz olduğunun ve hiçbir zaman her șeyi bilemeyeceğinin farkındadır.
Bilgi öyle bir șey ki, öğrendikçe onunla ilișkili olan sınırsız sayıda diğer bilgileri de öğrenmeniz gerekiyor.
Keșke yüz yıl daha ömrüm olsaydı da, okusaydım. En azından ölene kadar okuyacağım. Ama geriye baktığımda,
denildiği gibi, yine de sonsuz uzunluktaki bir kumsalda tek bir kum tanesi kadar bilgiye sahip olamayacağım. Ama bunu bilerek okumak daha da güzel ve anlamlı.
Hayatımızda en az kullandığımız kelime, ‘bilmiyorum’ kelimesidir. Bu kelimeyi daha sık kullanmaya bașladığımızda ise, o muhteșem kibrimizi ve kemiklerimize kadar ișlemiș cehaletimizi görmeye bașlayacağız demektir.
Bana herhangi bir șey sorarsanız, size yanıtım ‘bilmiyorum, ama öğrenmeye çalıșıyorum.’ olacaktır.
Ve son söz: Okumasaydım, ben de bilirdim her șeyi…
Erol Anar
 [1]https://tr.wikiquote.org/wiki/Bertrand_Russell
[2]David Macaray: “The Dunning-Kruger Effect”, 20.12.2013, http://www.huffingtonpost.com/
[3]”Dunning Kruger Sendromu Nedir?”, 28.09.2015, http://www.aktuelpsikoloji.com
http://www.matematiksel.org/okumasaydim-ben-de-bilirdim-her-seyi/