22 Haziran 2020 Pazartesi

Çilek ve Ayrık Otu

....Efendim, bendeniz “Dağdan kestim kereste / Kuş besledim kafeste / Dediler yârin hasta / Yetiştim son nefeste” gibi nahif halk şiirine bayıldığım için olacak, öyle her şiiri beğenmem. Sıradan şiirlerde bile sadelik içinde ihtişam ararım. Önüme şiir diye gelen metni önce bir düz yazı gibi okurum. Okunabiliyorsa o benim için şiir değildir. Sonra anlattığında olağanüstü bir durum, duygu, düşünce, estetik yoksa bunu babam da yazar deyip bir kenara koyarım. Yeni ve güzel bir duyuş, söyleyiş ve benzetiş yoksa o metin benim için şiir değildir.
Söylemesi ayıp, oturduğum evin hayatında çilek yetiştiriyorum. Çilekler suyu sever. Ben de her seher onlara su verir, saksılarında büyüyen zararlı otlar ayıklarım. Geçen gün biraz dikkatli bakınca çileğin birinin köküne yakın bir yerde kendisini çileğin rengine, şekline ve boyuna benzetmiş bir zararlı ot gördüm. Çilek kadar boyu uzamış, yaprakları çilek yaprağı gibi büyümüş, uzaktan bakıldığında ayırt etmek zor. Hâlbuki onu daha büyümeden kökünden söküp almış olmam gerekirdi. Çünkü çileğimin saksıdan alacağı besini azaltıyor, toprağın gücünü yok ediyordu. Nasıl oldu da gözden kaçırmışım. Bana kaliteli şairin yanında kendisini gizleyen kötü şair ve iyi şiirin yanında ondan nemalanan kötü şirin durumunu hatırlattı. Bunlar o kadar çok ki. Edebiyat dünyamızda ve özellikle şiirde ciddi bir tenkit geleneği olmadığı için maalesef o iklimde her türlü ayrıkotu rahatça yeşeriyor.
Bir atasözümüz şöyledir: “Yüz attan bir yüğrük at, bin yüğrük attan da bir Tulpar çıkar” Yüğrük, koşan at, Tulpar ise uçan at demektir. Dilimiz bu kadar sahipsizken, edebiyatımız bu kadar çoraklaşmış iken şiirimizin var olamayacağını söylemeye çalışıyorum. İstisnası, bu bin şairin içinden çıkan bir şairimizdir. Binlerce şair içinden bir kişi çıkar ve biz onun kıymetini bilmezsek milletimiz kaybeder; dilimiz, sanatımız, edebiyatımız kaybeder. Şiiri başka hiçbir sanat dalına meze yapmadan kendi başına yüceltmek, öncelikle şairlerin görevidir. Onlar kendilerini değerlendirerek güzeli çirkini ayırmak zorundalar. Yalnız şiir akşamları yapıp şiir okumak yetmez, o şiirin Türk şiirine getirdiği yenilik ve güzellikle, şairin başardığı şeyin ne olduğu da konuşulmalıdır. Binlerce yıllık dilimize ne kazandırmıştır? Kaybolup gitmekte olan hangi kelimeyi tam yerinde kullanıp hayata döndürmüştür? Yoksa bu şiir toplantıları kendin çal kendin oyna toplantıları oluyor. Buna bir son vermek durumundayız. Çünkü şiirimiz ölüyor. Gerçek şairler yol bulamıyor. Şair Mehmet Ali Kalkan “Şu adam şiir yazsa da okusam dediğiniz biri varsa şiir vardır.” demişti. Böyle biri var mı?   Pek azı istisna tutulursa ortada dolaşanlar şair, yazdıkları da şiir değil. Vezni kafiyeyi bırakın, imlâ yok. Bir dili en üst düzeyde bilip kullanması gereken şair imlayı bilmiyor. Hece desen değil, serbest desen o da değil. Modern resim diye yutturulan tuvale atılmış boyalara benziyorlar. Hatta mısraların ortasında kesme işareti kullanılan şiirler yazılıyor, bu da bir yenilik diye sunuluyor. Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un beş bin şiiri ezbere bildiği söylenir. Bizimki ise doğru dürüst şiir okumamış, şairleri tanımıyor ki Mehmet Kaplan’ın şiir tahlillerini okusun.
Şiirin ve şairin gıdalanacağı iklimi oluşturmada gazete ve dergilerimizin rolü nedir? “Günümüzde hangi gazeteyi açsanız tiyatro ve müziğe ayrılmış sütunlar, hatta sayfalar dolusu yazıyla karşılaşırsınız. Gazetelerin hemen her günkü sayılarında herhangi bir gösteriye, sergiye ya da yeni yayınlanan roman, öykü, şiir kitaplarına ilişkin tanıtma ya da değerlendirme yazıları yer alır. Gerçekleşen bir etkinliğin daha dumanı üzerindeyken, o etkinliği en ince ayrıntılarına dek irdeleyen yazılar yayımlanır: Falanca dram, komedi ya da operada, falanca aktris ya da aktör filanca rolü üstlenmiş ve bilmem nasıl bir sunum sergilemiş; dramın, komedinin ya da operanın konusu şuymuş, falanca falanca üstünlükleri ya da eksikleri varmış. Falanca sanatçının keman ya da piyanoyla falanca parçayı nasıl yorumladığına, sanatçının ya da yorumladığı parçanın ne gibi üstünlükleri ya da eksiklikleri olduğuna ilişkin olarak da yine aynı ayrıntı ve özenle kaleme alınmış yazılara da rastlayabilirsiniz. Her büyük kentte en az bir tane yeni bir resim sergisi açılmıştır ve sergide yer alan yapıtların üstünlüklerine ve eksiklerine ilişkin olarak bu işin uzmanlarınca, eleştirmenlerince kaleme alınmış, derin düşünceler dile getiren yazılar, serginin hemen ertesi günü boy gösterir gazete sayfalarında. Hemen her gün dergilerde yeni romanlardan bölümler ya da şiirler yer alır ve gazeteler okurlarına bu sanat yapıtlarına ilişkin ayrıntılı değerlendirme yazıları sunmayı görev bilirler.” 
Sözün özü: Ben bir şair vefat etmedi, öldü derken, yaşarken unutulmaya terk edildi, kendi denizimizden inciler toplamasına yardım etmedik, çünkü şiirimizin geldiği nokta bu, öldükten sonra da onu adam yerine koymadık, layık olduğu şekilde ebediyete uğurlayamadık demeye çalıştım. Bundan kurtulmak istiyorsak kabiliyetleri erken keşfedip onu baş tacı etmemiz, nerede olursa olsun bulup desteklememiz lazımdır. Dilimizi çok seven ve ustaca kullanabilen insanları bulup önümüze katmazsak, dilimiz de çoraklaşır, gönlümüz de. Konuşma özürlü, üç yüz beş yüz kelimeyle konuşan kekeme bir toplum olup çıkarız vesselam.

8 Nisan 2020 Çarşamba

En Büyük Hazine

Eski çağlarda bir krallıkta tek oğlu olan yaşlı bir adam yaşıyormuş. Hayatının sonuna gelmiş ve oğlunu çağırıp ona, “Biz fakirlik içinde yaşadık ama sana büyük bir zenginlik emanet ediyorum. Bu sandığı bana bir büyücü hediye etmişti. İçinde muazzam bir şey var.” der ve ölür.
Oğlu sandığı açar ve bir kitap görür. Kitabın başında “Hazineye ulaşmak için sayfa atlamadan okuyunuz.
Eğer hemen netice kısmına atlarsanız, kitap bir sihirle kendiliğinden yok olacak ve hazineye erişemeyeceksiniz” yazıyormuş.
Bundan sonra ise hazinenin bir mağarada çok iyi korunmakta olduğu da yazılıyormuş.
İlk sayfalardaki farsça metin bir yerde kesilmiş ve bundan sonrası arapça devam ediyormuş. Endişeli genç başkaları kendisine yanlış bilgi verip hazineye sahip olmasın diye metni tercüme ettirmemiş.
Onun yerine büyük bir şevkle arapça öğrenmeye başlamış. Sonunda mükemmel arapça öğrenmiş.
Fakat bir noktadan sonra kitap çince devam ediyormuş. Sonra da başka lisanlar geliyormuş.
Genç, azimle bunların hepsine çalışmış. Bu arada geçimini de öğrendiği lisanlardan temin ediyormuş ve bir süre sonra şehrin en iyi tercümanlarından biri olarak tanınmış.
Hayatı toparlanmaya başlamış. Kitapta bu hazinenin nasıl idare edilmesi gerektiğine dair talimatlar varmış.
Buraya geldikten sonra genç adam şevkle iktisat ve ticaret öğrenmiş, ayrıca hazineyi bulunca aldatılmamak için kıymetli metallerin, mücevherlerin değerlerini belirlemeyi de öğrenmiş.
Geçimi içinde öğrendiklerini uyguluyormuş. Hatta çok lisan bilen ve maliyeden iyi anlayan biri olarak şöhreti Kral’a ulaşmış. Ona önceleri ufak vazifeler veren Kral, sonunda onu krallığın genel valisi olarak tayin etmiş.
Bir çok önsözden sonra kitap sona doğru teknik konulara giriyor ve kapı nasıl inşa edilir gibi konuları anlatıyormuş. Bu nedenle mühendislik ve şehir planlamacılığı çalışmış. Bilgisinden dolayı Kral onu saraya mimar atamış ve derken sonunda vezirliğe yükseltmiş.
Tüm krallıkta hazine kitabını okuyabilecek onun kadar bilgili biri yokmuş.
Artık son sayfaya gelmiş ve hatta son sayfayı okuyacağı aynı gün Kral’ın kızı ile evlenecekmiş.
En son yaprağı çevirip şu son cümleyi okumuş:
“Bilmek en büyük hazinedir!” 

Claude Monet Art