29 Haziran 2009 Pazartesi

Yerimizde sayarken

A. ALİ URAL
a.ural@zaman.com.tr

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi... Adam koyunları sayıyor uyuyabilmek için. Çitin üzerinden atladıkça koyunlar ağırlaşıyor göz kapakları. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi... Rakamlar gözlerimizi kapatalı çok oluyor. Kâh tarihle mil çekiyor gözlerimize, kâh talihle. Bir takvim yaprağıyla bir piyango bileti yan yana savruluyor rüzgârda. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi...
Herkesin bir numarası var. Çok numarası var herkesin. Doğar doğmaz başka bebeklerle karışmasın diye bir rakam yazılıyor bileğine herkesin. Yedi numaralı bebek sizin bebeğiniz. Madem dünyaya geldiniz, bir kimlik çıkartalım size. İkinci numaranızı verelim. Kimlik no: 7777. Yediden gidiyorsunuz. Yedi çift ayakkabınız var ve nereye gideceğinizi bilemiyorsunuz. Yardımcı olalım size. Okula gidin! Gidin ve öğrenin yeni numaranızı.
- 185!
- Burdayım!
Demek buradasın. Seni bekliyorduk biz de. Bak neler öğreteceğiz sana. Say bakalım. Bir, iki, üç dört, beş, altı, yedi... Aylar nasıl da geçip gidiyor. Karneler nasıl da çırpınıyor ellerde. Veliye duyurulacak özel notlar: I. Dönem: "Çok bilgili, hazırlıklı gelen bir öğrencidir. Aritmetiğe hız vermesini tavsiye ederim." II. Dönem: "İfade dersleri çok gelişiyor, aritmetiği neden gelişemiyor. Tatilde hazırlanmasını rica ederim." Tatil ve aritmetik! Kaydıraktan kaymak yok. Aşağıda bekleyip kayan çocukları sayacaksın. Bir, iki, üç, dört, beş, altı yedi... Hayır cevizleri yemeyeceksin. Erikleri de. Yedi cevizden ikisini, yedi erikten üçünü arkadaşına vereceksin. Aritmetiğin gelişecek! Havuzun suyu masmavi. Fakat yüzmeye kalkma. Senin bir havuzun değil, bir havuz problemin var. Yedi musluk neden dolduramıyor havuzu? Hey sen! Küçük Prens! Çabuk cevapla sorumu! Havuz neden dolmuyor?
Küçük Prens atkısını savurdu. Kalın sarı bir çizgi dalgalanarak katıldı siyaha. Siyah önce kucakladı sarıyı sonra bıraktı boşluğa. Bir kuyruklu yıldıza dönüştü atkı. Bir üzüm salkımı gibi sarktı dünyaya: "İnsanlar rakamlardan hoşlanırlar. Onlara yeni bir dosttan söz ederseniz, asıl önemli olan şeyleri sormazlar size; hiçbir zaman 'Sesinin tonu nasıl? En çok sevdiği oyunlar hangileri? Kelebek koleksiyonu yapar mı?' diye sordukları olmaz, 'Kaç yaşında? Kaç erkek kardeşi var? Kilosu ne kadar? Babası ne kadar kazanıyor?' diye sorar ve yalnızca o zaman onu tanıdıklarına inanırlar. Büyüklere deseniz ki: 'Pembe tuğladan güzel bir ev gördüm, pencerelerinde sardunyalar, damında güvercinler vardı...' Bu evi gözlerinin önüne getiremezler. Onlara şöyle demek gerekir: 'Yüz bin franklık bir ev gördüm.' Bunun üzerine haykırırlar: 'Ne kadar güzel ev!'"
Ve ne kadar güzel saymak. Bir, iki, üç, dört, beş altı, yedi... Çoğunluğun peşinden gidiyoruz. Nerede bir kalabalık görsek can atıyoruz katılmaya. Kalabalığın kalbi daha gürültülü atıyor çünkü. Çoğunluk yanılabilir mi? Hâşâ. Kesret göz alıcı, akıl alıcı. Dört işlem büyüsünü sürdürüyor. Rekorlar kitabı kalınlaşıyor her an. Daha çok para, daha çok kelime, daha çok ağırlık, daha çok ürün, daha çok okur, daha çok toprak... Daha çok, daha çok, daha çok! Kudurtan bir hece bu! Kışkırtan bir kelime! "Çoğ" iken "Çok" olmuş. Bir yansıma bu. Eski Türkçe'de esamisi okunmuyor. Harezmce'de, Uygurca'da ve bazı Asya dillerinde kâh "Alçak ve kötü" anlamına geliyor, kâh "Işık ve yükselme" anlamına. Çokluk ne zaman "alçalış"ı hazırlar ve ne zaman "yükseliş"tir, bir muamma. "Kesret" ve "kıllet" mahmuzluyor atını. Kalabalıklar avazları çıktığı kadar bağırıyorlar galibiyeti için kesretin. Avuçları parçalanana kadar alkışlıyorlar. "Kıllet" mi? Her güçsüz birey unutulmalı.
Unutulmalı ki, hatırlanmasın Niyâzî-i Mısrî'nin sözü: "Kesret-i Emvâca bakma cümle bir derya durur./ Her ne mevci kim görürsen bahr-ı umman andadır./ Dalgaların çokluğuna bakma tek bir denizdir hepsi. Kimde bir dalga görürsen sonsuz umman ondadır." Unutulmalı ki, Râşit Halifeler'in beşincisi Ömer b. Abdülaziz, seferden dönen komutanının zaferden bahsetmesi üzerine, "Hiç Müslüman öldü mü?" sorusunu yöneltip, "Sadece bir adamcağız öldü!" cevabını alsın ve bütün zamanların yöneticilerinin başına bireyden bir yıldırım düşürsün: "Bir adamcağız ha! Bu ikidir oluyor. Bana koyun, inek ve ganimetle geliyor, fakat bir müminin öldüğünü söylemiyorsunuz! Yaşadığım sürece kumandan ve vali olamayacaksınız!"
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi... Adam koyunları sayıyor uyuyabilmek için. Çitin üzerinden atladıkça koyunlar ağırlaşıyor göz kapakları. Sayıları öğreneli çok oluyor. Sayılara teslim olalı çok. a.ural@zaman.com.tr
03 Mayıs 2009, Pazar
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=844067
http://www.aliural.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder