23 Haziran 2009 Salı

Sözünde Durmak

Selçuk Küçükyıldız

Hayata bağlanan mahkumlar ve bir dram.
Öğretmenler odası sigara dumanı altındaydı. Kadir Hoca dumandan rahatsız olmuş ve her zamanki gibi camı açmak için yerinden doğrulmuştu. Daha camı açamadan nöbetçi öğrencinin kendisine geldiğini hissetti. -Hocam, müdür bey bu yazıyı size gönderdi.’Okuduktan sonra yanıma uğrasın.’dedi. Kadir Hoca yakın gözlüğünü cebinden çıkarırken kapıdan çıkmakta olan öğrenciye camı açmasını rica etti. Çantasının bulunduğu yerdeki koltuğa oturup gelen yazıyı okumaya başladı. Yazı cezaevi müdürlüğünden geliyordu.Adalet Bakanlığı yeni bir uygulamayla cezaevlerinde mahkûmlara okullar açmıştı.Türkçe öğretmenine de ihtiyaç vardı. Hoca cezaevi kelimesini okuyunca öğrencilik yıllarını hatırladı. Yüksek okulu okumak için gittiği şehirde öğrenci olayları nedeniyle tutuklanan arkadaşlarını ziyarete giderdi. O karanlık, dar koridorlardaki dört-beş kat tel örgülü görüş yerleri , birbirlerinin konuşmalarını duyamayan mahkum ve ziyaretçiler,gözyaşlarına hakim olamayan anne ve babalar,kireç boyalı duvarlardaki siyasi sloganlar bir bir gözlerinin önüne geldi. Bir arkadaşının o yıllarda kendisi için cezaevinde yaptığı, üzerinde adı yazılı boncuk anahtarlığı on senedir hiç yanından ayırmıyordu zaten. Göreve talip olursa daha önce içini görmediği cezaevinde mahkûmlara dışarıdan okul bitirme kursu verecekti. Karmaşık düşüncelerle müdürün kapısını tıklattı. Oraya derse gidebileceğini söyledi. Müdür, okul tiyatrosu hazırlıklarını; tiyatronun şubat ayına yetişip yetişmeyeceğini sordu. Anlaşılan Kadir Hoca’nın cezaevine derse gitmesi, okul faaliyetleriyle ilgili aksama ihtimalini gündeme getirmişti. Hoca bunu fark etti. Müdürü rahatlatmak için:”Endişeniz olmasın, buradaki işler her zaman önceliklidir.”dedi. Ders günü gelip çattı. Bu binayı dışarıdan sayısız defa görmüştü. Hatta bina inşaatının başladığı yıllarda daha öğretmen okulunda yatılı okuyordu. Acaba yüksek okul yıllarında sadece görüş yerini bildiği o cezaevine benziyor muydu burası? Görevli gardiyan elindeki elektronik arama aletini kendisine uzatınca oldukça heyecanlandı. Bu aramalar o zamanlar da yapılırdı ama böyle aletler yoktu. İlk kapıdan geçtikten sonra müdür odasına gitmesi gerektiğini söylediler. Cezaevi müdürü kendisinden yaşça oldukça büyük biriydi. Ayakta karşıladı hocayı ve ona yer gösterdi. Zile basıp görevliyi çağırdı, çay söyledi. Yeni uygulamanın mahkûmlar açısından yararlarından konuşuldu. Artık ders zamanı gelmişti. Hoca, müdürden izin istedi. Ders yapacağı koğuşu bulmak için geniş koridorda ilerlerken üst kısımlarında küçük pencereli demir kapılar dikkatini çekmişti. Her demir kapının önünde bir gardiyan bekliyordu. Bu küçük pencereler de kapalıydı. Gardiyanlar bunları zaman zaman açıyorlardı. Elindeki ders programında 10.koğuş yazıyordu. Nihayet bulmuştu ders yapacağı koğuşu .Gardiyan kapıyı açıp onu içeriye aldı. Koğuşun kapısı sert bir şekilde örtüldü. Hoca endişeli adımlarla 7-8 metrekarelik bir salona girdi. Endişeliydi çünkü o bir süreliğine de olsa mahkumdu artık. Mahkumlar hep birlikte ayağa kalkıp hocaya “Hoş geldiniz.”dediler. Yere tutturulmuş demir sıra ve masalarda oturuyorlardı. Hoca:”Geçmiş olsun arkadaşlar, buyrun oturun.”dedi.Ön sırada oturanlardan biri elindeki maket bıçağıyla mukavva kesiyordu. Arka sıralarda da boncukla bir şeyler yapmaya çalışanlar vardı. Tek demlikten oluşan çay faslından arta kalan boş bardaklar bekleşiyordu masalarda. Dolapların aralarına tutturulmuş iplerde çamaşır asılıydı. Tanışmadan sonra o günkü dersini anlatmaya başladı Kadir Hoca. İş yapanlar ellerindekileri bırakmışlardı. Onların ilgiyle dersi takip etmeleri doğrusu hocayı şaşırtmıştı. Bu durum onların dış dünyadan kopmadıklarının; hayattan, gelecekten beklentilerinin olduğunun işaretiydi. Dersten sonra çay ikramında bulundular. Aftan, memleketin gidişatından sorular soruldu. Ertesi gün, ertesi ay dersler devam etti. Hoca oraya, oradakiler hocaya alışmışlardı. Mayıs ayının ilk günlerinde yine 10.koğuşta ders anlatıyordu. İlk derslerde ön sırada oturup mukavva kesen mahkûmun önünde bu defa çok güzel bir gemi maketi duruyordu. Hoca, mahkûma yaklaştı: - Veysel Abi, harika bir iş çıkarmışsın; ne zaman öğrendin maket yapmayı, dedi. Mahkûm Veysel, derin bir iç çekerek hikâyesini anlatmaya başladı: İTÜ Gemi İnşa Mühendisliğini bitirmiş. Üç yıl önce cezaevine düşmüş. İlkokul sıralarında öğretmeninden öğrenmiş maket yapmayı. Şimdi de dışardan kendisine para gelmediği için yaptığı maketleri satıp harçlık yapıyormuş. O gün dersten sonra bir gemi de kendine ısmarladı Kadir Hoca. Ertesi gün derse gittiğinde Veysel‘i göremedi. ”Hasta, yukarda yatıyor.”dediler. Üzülmüştü.”İnşallah kötü değildir .”diye içinden geçirdi..Fazla da bir şey soramadı. Aradan bir hafta daha geçti. Bu defa Veysel maketin başındaydı. Onu sıhhatli görmek sevindirmişti hocayı. Ders sonunda “Hocam cuma günü geminizi bitireceğim, ışıklandırma istiyor musunuz? İstiyorsanız malzeme almanız gerekiyor da.” dedi Veysel. Cuma günleri öğleden sonra dersi vardı. Namazdan sonra bir arkadaşının arabasıyla gittiler cezaevine. Beraber cezaevi öğretmeninin odasına uğradılar. Cezaevi öğretmeni, hocaya: -Hocam, bugün 10.koğuşta ders yapılmayacak, mahkûmlardan birisi vefat etti, diğerlerinin de moralleri çok bozuk…Epeydir derse girdiğinden tek tek tanıyordu onları Kadir Hoca. Merak etti.”Kim acaba?”dedi. -Veysel adında biriymiş Bir yıldan beri tüberküloz tedavisi görüyormuş. Maket yapa… Cezaevi öğretmeni sözlerini tamamlayamamıştı. Kadir Hoca’nın koltukların üzerine yığıldığını gördüler. Doktor çağrıldı. Gelir gelmez doktor, hocanın kravatını gevşetti; gömleğinin düğmelerini hızla açtı, bacaklarını yukarı kaldırttı etraftakilere. Öğretmenden kolonya istedi. Hoca yavaş yavaş kendine gelmeye başladı, gözlerinden yaşlar dökülüyordu, alnından terler boşanmıştı. Gemi maketinin ışıklandırılması için aldığı malzemeler yere düşmüştü. Kendisine verilen suyu içince daha da açıldı, doğrulup oturdu . Bir gardiyan savcının kendisini çağırdığını söyledi hocaya. Maket savcının masasının üzerinde duruyordu. Savcı: -Başınız sağ olsun, hepimiz çok üzüldük. Ayrıca size de geçmiş olsun, bir rahatsızlık geçirmişsiniz, dedi. Olayı anlattı: -Veysel sizin maketle uğraşıyormuş. Dün akşam yemeğinden sonra rahatsızlanmış. Dinlenmesini söylemişler. Gemiyi bitirmesi gerektiğini, yoksa size mahcup olacağını belirtmiş. Gece de nöbetçi gardiyandan izin alıp maketi bitirmek için çalışmaya devam etmiş. Sabah kahvaltısı için yemekhaneye inen bir mahkûm onu maketin üzerine kapaklanmış vaziyette bulmuş. Hastanede otopsi yapıldı, ciğerleri tamamen çürümüş, Allah rahmet eylesin,dedi. Sözlerin anlamsızlaştığı,kelimelerin boğazlara düğümlendiği anlardı.Yarım kalan maketi göstererek “Sizin için çok kıymetli bir hatıra olacak…” dedi. “Çok kıymetli” kelimeleri bu zarif hatıra için elbette ki yetersizdi… Kadir Hoca, ne zaman şu an yatak odasındaki komodinin üstünü süsleyen ;sonradan kendi ışıklandırdığı maket gemiye baksa cezaevini ve mahkûmları,hepsinin ötesinde sözünde durmak için amansız hastalığına bile aldırmayan mahkum Veysel’i hatırlayacaktı. Kastamonu/1990
http://www.izedebiyat.com/yazar.asp?id=4295

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder