18 Kasım 2013 Pazartesi

Güneş'ce

DERSLER VE FIKRALAR-4

Bir sorun olduğunda hep bir kahraman çıksın ve çözsün isteriz. Oysa herkesin üzerine düşen bir görev vardır. Biz kolayı seçeriz. Masalsı bir kahraman ve mucize bir çözüm umudu taşırız. Toplumsal sorunların kökeninde yine toplumda var olan bir hastalık yatar. Onun için bir Çin atasözünde “İşler kötüye gidiyorsa bir aynaya bakın” der.

Galileo’ya ilişkin anekdot bize bunu güzel anlatır.

Galileo düşüncelerinden vazgeçmemesi nedeniyle idamla yargılanmış ve sonunda düşüncelerinden vazgeçmiş. 

Öğrencisi bunu duyduğunda büyük bir hayal kırıklığı yaşamış, bu duruma çok bozulmuş ve Galileo’ya "Yazıklar olsun kahramanı olmayan bir millete” diye bağırmış. Galileo da öğrencisine dönüp" Yazıklar olsun kahramana ihtiyaç duyan millete” demiş.
**                               **
Toplum olarak her konuyu siyasal bir kutuplaşmaya dönüştürüp tartışmamız doğruların saptırılmasına yol açıyor. İçine nefret ve düşmanlık katılmış her söz gerçeğin dışına çıkıyor. İnsanlar doğruları sadece taraf olduğu gruptan bakarak görmeye çalışıyor. Bu durum ise aklıselimi ortadan kaldırıyor. Tarafgirlik aklın gözlerini kör ediyor. Akıllı bir söz etmeye kalksan iki tarafında düşmanlığını kazanıyorsun. Çünkü bizden olmayan bize karşı mantığıyla bakılıyor. 

Kamplaşma ve husumet içinde söylenen sözlerin gerçeği yansıtmayacağı konusunda Fransız yazar Montesquieu ile ilgili şu anekdot ibret vericidir.

Fransız yazar Montesquieu dostlarından biriyle bozuşmuş ve tanıdıklarına şöyle demiş: “Bundan sonra ne onun benim hakkımda, ne de benim onun hakkında söylediğimiz sözlere kesinlikle aldırmayın! Çünkü artık düşmanız.”
**                               **
Eskiden özgürlük alanına biraz müdahale olsa “böyle şeyler komünizm de bile yok” denirdi. Komünizm güvenlik amaçlı herkesi kontrol eden ve özgürlüğe yer vermeyen bir rejim olarak algılanırdı. Gerçekten demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir rejimdir. Temel hak ve hürriyetlerde esas olan özgürlüktür. Sınırlama istisnaidir. Ancak sınırlama kural, özgürlük istisnai olduğunda demokrasiden hızla uzaklaşılır. Polis devletiyle hukuk devleti arasındaki fark, hukuk devletinde temel hak ve özgürlükler güvence altındadır. Polis devletinde esas olan güvenliktir ve devletin otoritesidir. Temel hak ve özgürlükler güvence altında değildir.

Komünizm deyince her şey kontrol altına alan ve insanı robot ritimli, devletin güdümünde bir aygıta dönüştüren, böylelikle mizaha konu olan bir rejim akla geliyor.

Geçmiş dönemlerde anlatılan bir fıkra bize komünizmi yeniden hatırlatıyor.

Rusya Tas Haber Ajansından bir muhabir bir görev için İsviçre’ye gönderilir. Yeterince parası vardır. İsviçre özgürlük ülkesidir. Ama muhabir komünizm klişesiyle düşünmekte ve davranmaktadır.

Bir gün bir araba satış mağazasına gider. “Benim araba alış iznim yok ama bir araba alabilir miyim?” der. Mağaza sahibi gülümseyerek, “Parasını verirsen dilediğin arabayı dilediğin sayıya alabilirsin” der.

Muhabir arabayı alır. Benzin istasyonuna uğrar. “Benim benzin karnem yok ama benzin alabilir miyim” İstasyon görevlisi gülümser “Parasını verirsen dilediğin kadar benzin doldurabilirsin” der.

Muhabir benzini de aldıktan sonra doğru polis karakoluna uğrar. Komisere “Benim arabam var, benzinim de var ama ben nerelerde dolaşabilirim. Dolaşma izni istiyorum” der. Komiser muhabire bakar ve gülümser “Git dilediğin yeri gez, izne gerek yok” der. Muhabir kapıdan çıkar iken mırıldanır “Ne düzensiz memleket yahu!”
**                                           **
Bazı durumlara kızarız. Oysa kızdığımız sonucun müsebbibi biz isek, kendi kendimize komedi oynamış oluruz. Kızdığımız konuların aynı zamanda unsuruysak komik duruma düştüğümüz gibi sorunlar da hiçbir zaman çözülmez. Kısır döngü dedikleri bu olsa gerek. Sebebi bırakıp sonucu yargılamak bir akıl sakatlığıdır. Kızdığımız konuların sebebine indiğimizde kendimizi görme cesaretimiz olmadığı için de başkalarına kızarız.

Bir fıkra bu konuyu anlamamıza yardım eder.

Adam akşam evine geldiğinde hanımı heyecan ve korkuyla başına gelenleri anlatmaya başladı:

-Senin patron bu gün öğleyin eve geldi. Bana asıldı durdu. Adamı başımdan savıncaya kadar neler çektim, bir bilsen.

Adam sakin sakin sordu:

-Onu bırak şimdi, bu arada benim maaşa zamdan bahsetmedi mi hiç?

-Yooo… dedi ,kadın.

Bu kez adam öfkeyle bağırdı:

-Bak ahlaksız herife!...
**                               **
İnsan başkalarından ziyade kendi nefsinin kötülüklerini herkesten iyi bilir. Bilir bilmesine ama bu kötülükleri ya şeytana ya hayvanlara ya da diğer insanlara yükler. En kötüsü diğer insanlara yükleyip kötü zan beslemesidir. Bu durum kişiyi 'başkaları kötü ben en iyiyim' duygusu yaşatarak sahte bir üstünlük ve dürüstlük duygusu yaşatabilir. Ama bu tavır kişiyi daha dürüst daha üstün yapmadığı gibi daha alçak yapar. 

Başkalarını ahlaksızlıkla, namussuzlukla, kötülükle suçlayanların önce kendi nefslerini gözden geçirmesi gerekir. Zaten başkalarında bu kötü hasletleri görenler kendi nefslerindeki kötülüğü görmeyenlerdir. Kendi nefsini göz ardı edip başkalarında kötülük gören gafiller “Nefsini bilen Rabbini bilir” hakikatinden uzaktırlar.

Aşağıdaki kıssa bu insanlar için ibret vericidir.

Hz. Musa çevresindekilere ülkede yaşayan en iyi, en temiz, en zararsız insanı bulup getirmelerini istemiş. Adamlar belli bir zaman arayıp taradıktan sonra bir adamla çıkagelmişler.

Hz. Musa, "Beni bu adamla yalnız bırakın" demiş, diğer adamlar çıkmışlar. Hz Musa,"Şimdi benim senden de bir isteğim var, sen de bana bu ülkenin en kötü, en zararlı adamını bul getir" demiş.

Adam gitmiş, uzun bir zaman geçtikten sonra bir gün tek başına çıkıp gelmiş. Hz. Musa sormuş "Geldin demek ama yalnızsın, ne oldu anlat bakalım?" 

Adam cevap vermiş: "Ben bu kadar süre söylediğiniz gibi bir adam bulmak için bütün ülkeyi dolaştım. Birçok kötülük yapan insan gördüm, ama her defasında kendi kendime kimin gerçekten ne olduğunu ve ne olacağını yalnız Allah bilir, Bu adamlar benden iyi olabilir diye düşündüm. Çünkü ben kendi nefsimin kötülüklerini tam biliyorum ama onlarınkini tam bilmiyorum. Veya bu adamlar ben onu bu halde gördükten sonra kendine çeki düzen verip iyi bir insan olmaya karar verir ve benden daha iyi bir insan olursa diye sordum. İşte bu yüzden başkalarından önce kendimi yargılamam gerektiğini anladım, bu ülkenin en kötü insanı benim" demiş.
**                               **
Az gelişmiş ülke insanı kendi hayatını yaşayamaz. Bütün davranışları başkalarının beğenisine göre şekillenir. Proaktif değil reaktiftir davranışlar gösterir. Başkasının ne söyleyeceği ona yön verir. Böyle bir sürü toplumunu“El alem ne der?“Adında bir gizli örgüt yönetir. Ve başımıza ne gelirse bundan gelir. Olmadık masraflara gireriz. Bu örgüt bizi maymuna çevirir ama itiraz edemeyiz. Saçmalığını bilsek bile örgütün bizi linç edeceğinden korkar, ona tabi oluruz.

Bir fıkra bunu güzel anlatır.

Yörenin birinde evlenme çağına gelen kızlar bir tepeliğe çıkar “kırmav” diye bağırırlarmış. Bu söz ve davranış “artık evlenme çağına geldim bana dünürcü gelebilirsiniz” anlamında bir adetmiş.

Kızın evlenme çağına geldiğinde bu âdete itiraz etmiş. Ben “satılığım der gibi çıkıp bağırmanın bir anlamı yok” demiş.

Çevresindekiler, “Bunu yapmak zorundasın yoksa evde kalırsın” demişler.
Kız “hayır” demiş. “Ben bunu yapmayacağım”

Aradan yıllar geçmiş, kıza dünürcü gelmemiş. Kızın yaşı kırka dayanmış. Kız bakmış ki olacak gibi değil, tepeliğe çıkmış ve bağırmış. “Âdetiniz batsın kırmav!”
**                               **
Tarih insanlar için bir ibret tablosudur. Nice yıkılmaz gibi görünen imparatorluklar yerle bir olmuş, nice yenilmez gibi görünen padişahlar hezimete uğramıştır.

Kendini tanrı sayan Nemrut’un bir sinek tarafından öldürülmesi diktatörler için bir ibreti âlemdir ve bir kara mizah örneğidir.

Kara mizah, insanı acı acı güldüren trajikomik olaylardır.

Emevi halifesi Mervan’ın başından geçen olay, tipik bir kara mizah örneğidir.

Mervan, Emevilerin güçlü bir halifesidir. Kendine aşırı derece güvenmektedir. Kendini yenilmez görür, kibir yüklüdür. 

Abbasiler Mervan’a karşı ayaklanırlar. Mervanın ordusu hem sayıca kalabalık hem de araç gereç bakımından oldukça üstündür. Savaş başlar. Bu esnada Mervan’ın tuvaleti gelir ve su dökmek için atından iner. At gürültülü ortamından ürkerek kaçmaya başlar. Mervan’ın askerleri atı binicisiz görünce Mervan’ın öldüğünü sanırlar. Bir anda ordu bozulur ve kaçmaya başlarlar. Her şey ters yüz olmuştur. Sonuçta Abbasiler savaşı kazanırlar.

Daha sonra olayı değerlendiren kişiler savaşın sonucu için “Bir işemeye gitti devlet!” derler.
**                               **
İnsanlar servetlerine servet kattıkça daha fazla mutlu olacaklarını sanırlar. Oysa mal arttıkça hayat sadeliğini kaybeder ve kaygı artar. Yunus Emre “Bunca varlık var iken bitmez gönül darlığı” demiştir. Aşırı mal biriktirmenin altında yatan duygu, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama arzusudur. Fani şeylerde beka aramak insanı zelil yapar. Aslında gizli bir inançsızlıktır bu. İnsana emanet verilen şeyler üzerinde malik gibi davranmak emin bir insan olmadığımızı gösterir. Neticede insan bu dünyada bir yolcu olduğunu ve emanetlerin de kendinden alınacağını bilmelidir.

Aşağıdaki kıssa bu konuyu çok güzel anlatır.

Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. 

Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. 
Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: "Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz.. .. Onlar nerede?" 

Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; "Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?" 

Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: 

"Ama görüyorsunuz.. .. Ben yolcuyum." 

Ünlü bilge, hak verircesine güldü: 

"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle...."
**                    **
Geleceğe dair bir şey isterken sadece arzularımızı düşünürüz. Arzu ettiğimiz şey gerçekleştiğinde mutlu olacağımızı hayal ederiz. Oysa arzu ettiğimiz şey bizim felaketimiz olabilir. Arzu edilen şeyin sonuçları hakkında bir bilgimiz yoksa yanılgıya düşeriz. Onun için geleceğe dair bir şeylere ulaşmak isterken sadece arzuyu değil bilgiyi de dikkate almamız gerekir. Oysa bazı şeylerin sonuçlarını önceden öngöremeyiz. Bu nedenle o konuda tecrübe sahibi insanların bilgisine başvurmamız gerekir. Bu bilgileri edindikten sonra arzumuzun doğru olup olmadığını öğrenebiliriz. Yinede insan ne kadar bilse bile bilgisi sınırlıdır. Onun için sonucun hayırlı olmasını Allah'tan dilemelidir.

Aşağıdaki kıssa bunu bize güzel anlatır.

Rivayet edilir ki Büyük İskender’in doğu seferine çıktığında bir amacı da ab-ı hayatı (kişiye ölümsüzlük kazandıran efsanevi su) bulmak ve ondan içmek imiş.

Bir mağarada ab-ı hayatı bulmuş tam içeceği sırada, mağaranın tavanında bir karga seslenmiş:

-Dur, Allah aşkına içme!

Büyük İskender kargaya, herkesin arzu ettiği ab-ı hayatı neden içmemesi yönünde çığlık attığını sormuş. 

Karga:
-Büyük kral bende hep abı hayat suyunu aramıştım. Sonunda buldum ve ondan içtim. Ama şimdi uzun bir hayatla birlikte, bir şey göremiyorum, gagam kırılmış, pençelerim dökük, tek bir tüyüm dahi kalmamış vaziyette yaşıyorum. Şu an istediğim tek şey ölmek, ama ölemiyorum.

Büyük İskender bilgiye dayanmayan bu arzunun gereksiz bir arzu olduğunu düşünerek ve kargaya teşekkür ederek ab-ı hayatı içmeden oradan ayrılmış.
(Buradaki ders ve fıkralar hayatı ve toplumu daha net görmemiz içindir. Siyasi bir amacı yoktur. Bu çerçevede okunması dileğimdir.)


Durdu GÜNEŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder