4 Kasım 2013 Pazartesi

ADLARDA YAPILAN YANLIŞLIKLAR

Yalnız sevgili yavrularımıza değil; evlerimize, sokaklarımıza, işletmelerimize, yerleşim birimlerimize vb. de Türkçe ad vermenin boynumuza borç olduğuna inanıyoruz.

Geleceğimizin bekçisi, gözümüzün nuru sevgili yavrularımıza ad bulmak, ad koymak zaman zaman mesele hâlini almaktadır. Ata ana olmanın şerefine erişenler veya torun sahibi olmanın zevkini tadanlar: “O olmasın, bu olsun!” demekte; kimisinin söylenişi, kimisinin anlamı 
-bilinebildiği ölçüde- beğenilmektedir.

Bir Türk’ün yavrusuna ad verirken, yabancı dillerden gelmeleri değil, Türkçe olanları seçmesinin, kıskançlıkla onları koymasının millî bir görev olduğuna inanıyoruz.

“Çocuk İsimleri Ansiklopedisi”, “Çocuk Adları Sözlüğü” vb. gibi yanlışlıkları adlarından başlayanlara yahut hatâlarla dolu olan kitaplara güvenmek doğru mudur? Türk Dil Kurumu gibi bir kuruluş bile 50 yıla yakın bir sürede el kadar bir kitapçık yayınlamış, o da liste olmaktan öteye geçememiştir.

Satışı büyük birkaç gazetenin bu konuda yayınladığı kitap veya ek de, sözü edilen hatâları tekrarlamaktan başka bir yapmamış, 2 gazetenin verdiği 1992 takviminde, 365 günde teklif edilen adların 5’inin Türkçe, kalanların da Arapça ve Farsça, hatta İbranice olduğu görülmüştür.

Yapılan yanlışlıklar

Arapça “Adnan”ı, İngilizce “Aylin”i, İtalyanca “Alabora”yı, Rumca “Anadolu”yu, Hitit krallarından birinin adı olan “Anittaş”ı Türkçe sananlara; “Kamer”e “doktor”, “Hümeyra”ya ‘beyazlık”, “Tuğrul”a “akbaba”yı andırır; gagası ve pençesi çok güçlü masal kuşu”, “Ertuğrul”a da “temiz yürekli, doğru insan”, “Arsal”a “sanatla ilgili, sanatsal” diyenlere, “Ergenekon”un Türkçe oluşundan şüphe edenlere rastladığımızı da bu arada belirtmek isteriz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de, karakter abidesi, iman ve ideal adamı Mehmed Akif’in “Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda” dediği, her bir karış toprağı şehit kanlarıyla bulanmış bu aziz vatanda bölücülük rüzgârları estirmeye, bir başka iklimin havasını hâkim kılmaya yeltenenlerin yayınladıkları kitapçıkta Türkçe ve Farsça adların bir başka dile yamanmaya kalkışılmasını görünce hayretten öleyazdık.

“Aleyna”, “Aslı”, “Bekir”, “Cafer”, “Ebulhuda”, “Fanila”, “Hâşim”, “Kezban”, “Manaf”, “Nâhide”, “Nâçar”, “Nâmert”, “Nanay”, “Saime”, “Semiramis”, “Sibel”, “Şeamet”, Volkan”, “Yakup” vb. gibi yabancı dillerden gelme, anlamları tuhaf, gülünç yahut müstehçen olanlar dururken özbeöz Türkçe adlara yapılan düşmanlığı nitelemek için “gaflet” ve dahası “dalalet” kelimelerini yumuşak bulmaktayız.

Yer adlarındaki hatâlar

Anadilimizin izlerini, Türklüğün damgasını taşıması gereken yer adlarındaki uygulama ise ayrı bir faciadır… Türkçe yer adlarının, üstelik “TÜRK” sözüyle başlayan veya biten birçok yer adının değiştirildiğini Prof. Dr. Mehmet ERÖZ, “Atatürk, Milliyetçilik, Doğu Anadolu” adlı eserinde yana yakıla anlatmaktadır. Garabetler bununla da bitmemiş, Türkçe yer adları değiştirilip yerine yine Türkçe ad konulmuştur.

1984’te yapılan Türk Yer Adları Sempozyumu’nda yine ERÖZ’ün dediği gibi: “… Isparta, Antalya başta olmak üzere, Türkçe asıldan gelmeyen bir çok il ve ilçe adının değiştirilmesi gerekirken, Türk’ün damgasını taşıyan köy adları ile uğraşmanın mânâsını bir türlü anlayamıyoruz. Urartucular, Hititçiler, Kapadokyalıları; Didimleri, Priyenleri, Efes’leri, Side’leri, Aspendos’ları diriltmeye çalışırken; bu işi tamamlıyor ve Bizans’a tapu hazırlıyoruz.

Bir yerleşme birimine vb. ad verilirken, tarihî, coğrafî vb. özelliklerinin göz önüne alınması gerektiği nedense hatıra getirilmemekte, engebeli bir araziye “İnceyazı” adı verilebilmektedir… Bildiğimiz kadarıyla yine Kastamonu’da 2 köy adı daha “Evrenye” (Gemiciler), “İlişi” (Yakaören) olarak değiştirilmiştir. “Evrenye”, adını orada gömülü bulunan “Evren Baba”dan almaktadır. “Gemiciler” adı bir başka yere konabilirdi… Adı (Yakaören) olarak değiştirilen yerde ise ne “yaka” vardır, ne de “ören”…

Bir sokağın başına gelenler

Bir zamanlar İstanbul’da “Karacehennem İbrahim Sokağı”nın adı, mahalle sakinlerinin isteğiyle değiştirilmeye kalkışılır… Hafızamız ihanet etmiyorsa, Şehir Mektupçusu Osman Nuri Ergin, Karacehennem’in tarihî kişiliğini anlatıp sokak adını değiştirilmekten kurtarır; kurtarır ama, bu gün, adı geçen sokağı Sultanahmet’te aramaya kalkmayınız; çünkü sonradan yine değiştirilmiştir!..

Yeşildirek’teki bir sokağa, anarşi kurbanı bir gazetecinin adı verilir. Bir meslektaşımızın hatırasına gösterilen bu saygıdan onur duyarız ama, 80 yıllık bir geçmişe sahip Türk Ocağı Caddesi’nden başka sokak mı yoktu Istanbul’da, sorusunu sormaktan da kendimizi alamayız… Bakırköy’de tiyatrocu Toto Karaca’nın adı “Tayyareci Sadık Bey” sokağına verilir… Bu kararı veren Bakırköy Belediye Meclisi üyeleri “Tayyareci Sadık Bey”i (Tenekeci Sadık Bey) mi sandılar?!! General Şükrü Kanatlı Sokağı’nın ise yalnızca “Kanatlı”sı kalmıştır.

Göztepe’deki “Tütüncü Mehmet Efendi Sokağı” uğradığı saldırıyı, basınımızın yüz aklarından Zeynep Göğüş’ün himmetiyle atlatır…

Yanlışlıklar bununla da kalmaz. Başa güreşen gazetelerden biri aynen şöyle yazar: “Külekler şehri (rüzgârlar şehri) Azerbaycan”…

Etimoloji (kökenbilim) alanındaki tartışılmaz otoritesiyle tanınan dilci bir prof. da kasıla kasıla şöyle yazmaktan çekinmez: “Benim bildiğime göre… Alayunt, Kütahya’ya bağlı bir köydür… “ Bunu okuyan da sanacak ki, Türkiye’de bir tek Alayunt var. Oysa Prof. Dr. Faruk Sümer, TİREBOLU TARİHİ adlı eserinde tam 5 Alayunt sayar… Hem de yalnızca Tirebolu’da…

Atatürk’e saygısızlık

Istanbul’dan örnekler vermeye devam ediyoruz: Atatürk’ün hatırasını taşıyan Halâskâr [Kurtarıcı] Gâzi Caddesi’nde bir yürümeye kalkın: Yabancı dillerden alınma firma adları öylesine çoktur ki, Türkçe olanları parmakla sayılacak derecede bile değildir… Her konuşmasına “Türk”, “Türklük” diye başlayan o büyük insanın, o büyük Türk’ün ruhunu inciten böylesine bir saygısızlığa ne denir, bilemiyoruz… Beyoğlu’nda (lütfen bağışlayınız) genelevlerin bulunduğu sokağın adı Abanoz idi…Sanki dünyada başka ad kalmamış, sanki Türkçe adlar tükenmiş gibi, adı, akla hayale gelmedik bir biçimde değiştirildi: “CONKBAYIRI”… “Garbın cebîn-i zalimi”ne, “tek dişi kalmış canavar”a, karşı göğsünü siper edenlerin, onların gözü kara kumandanı Mustafa Kemal’in, bize bu toprakları bırakmak uğrunda canlarını feda edenlerin aziz hatıralarına karşı gösterilen bu davranış, en hafif ifadeyle “densizlik” değilse nedir?!! Böyle bir davranışı, bu memlekette işgal ordularının bile yapamadığını rahatlıkla söylemek mümkündür.

Ad verirken gösterilecek dikkat

Yalnız sevgili yavrularımıza değil; evlerimize, sokaklarımıza, malımıza, mamullerimize, firmalarımıza, mahallelerimize, köylerimize, kentlerimize, illerimize, obalarımıza, çayırlarımıza, yazılarımıza, yabanlarımıza, ırmaklarımıza, göllerimize de Türkçe ad vermenin boynumuza borç olduğuna inanıyoruz.

Radyolarımızdan, televizyonlarımızdan, çocuklarımızın çiğnedikleri çikletten yedikleri bisküviye, çikolataya; içtikleri gazoza varıncaya dek bir çok nesne, ne kadar acıdır ki, yabancı adlar taşımaktadır. Sanki bir nesneye yabancı ad vermek marifet veya maharetmiş gibi!..

Bir sağanak hâlinde gelen bu yabancı kelime hayranlığı karşısında “yaya kaldırımı” gitmiş, yerine (tretuar) gelmiş, “cankurtaran” yerini (ambulans)’a bırakmıştır. İnsanın bu durumda “Can kurtaran yok mu?..” diye avazı çıktığı kadar bağırası geliyor.

Aydil EROL, Ayyıldız, 26.01.2000.

[Prof. Dr. Doğan Aksan’ın da (Her Yönüyle Dil, 3.c. Ankara, 1990) dediği gibi Türkçemiz kişi adları bakımından da zengindir ve 20 bini aşkın kişi adı bulunmaktadır.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder