"BİR GÜL BAHÇESİNE
GİRERCESİNE" toprağa düşenlere, törenli, törensiz gömülenlere -rahmet
dileklerimizle birlikte- HASAN KAYIHAN'ın şu yazısını ithaf edelim
mi?
TÖRENSİZ GÖMÜLEN
YİĞİTLER
Çanakkale..
Burçsuz ve bakımsız hisar.. Ve zırhlılar, kruvazörler düşman kolunda.. Ölüm
saçan mermiler.. Onlar öldürdüler; biz şehid verdik. Ve açarak analarca
yüreğimizi kara toprağın bağrına, ölüm yağmurunu di...ndirdik. Güller bitti.
Conkbayırı’ nda; beyaz ve kırmızı.. Bayrağımızdı o bizim; yurtlarımızda büyüyen
şafaklara açılan gözlerimiz, Sakarya'da ırmaktı, Bingöllerde pınar..
Gözyaşlarımızla yundu kömürleşen bedenlerimiz; kirletilen mabetlerimiz.. Destan
destan büyüdü yüreklerimizde, bu topraklar için toprağa düşenlerimiz.. Dedemizdi
onlar bizim, babamızdı, anamız ve bacımız. Meçhul asker dediler, kendini
bilemeyenler.. Taşlar diktiler yerden göğe. Taşları alkışladılar..
Yüreklerimizde yaşayan, soluk alan ve yumruk yumruk sıkılan şehitlerimiz,
güldüler taşlara yüz sürenlere bakıp...
Bilemediler ki,
onlar, ellerini yaldızlara, tablolara, mozaiklere değil, sonsuz kudret sahibi
Tanrı'ya uzatmaktadırlar.. Biz onları taştan mozolelere değil, yüreklerimize
gömdük.. Taşıyacağız, dünya durdukça.. Destanlarımızla ve
ağıtlarımızla..
Zulmün o kızıl
gölgesinde pusu kuranlar; korkulu yüreklerini kanla yüreklendirip tetik
çekiyorlar.. Gözlerini bürüyen kızıl ve iğrenç öfke, bir namlunun dibinden
fırlayan kurşun olup ölüm taşıyor.. Tetik, parmaklarının altında; parmakları
daha gerilerde birilerinin.. Onlar, zulmün ve nasırlaşmış bir arzunun elleri,
ayakları.. Vur dendiğinde vuruyorlar. Çanakkale önlerinde sürülen bir fişek
gibi.. Sadece barut ve çelik... Patlayacak ve parçalayacaklar... Fitilleri bunun
için ateşleniyor zira.. Hedef, gene inananlar, imân edenler.. Kara toprağın
bağrına düşenler gene isimsiz değiller, meçhul hiç değiller... Gözlerinde ve
gönüllerindeki ateş, özünü Tanrı'dan, Tanrı'ya imândan almış.. Vatanının
ilhâmıyla, soyunun kutsal kanıyla bezenmiş, büyüdüğü toprak ve ‘tuttuğu bayrak'
belli olanlar...
Vahşetin ellerine
ve beyinlerine söyletecek tek söz bırakmamışlar. Destanlarını söylüyorlar
şimdiden; düşenler, düşmeden önce ağıtlarını... Ve dualarını. Gönüllerinde aynı
ülkü: TANRI KORUSUN TÜRK'ü. Törensiz gömülüyorlar, Ülkü Şehitleri.. Fâtihâ'ları
doğduklarında okunmuş..
Ve onlar.. Taşlara
yüz sürenler, bilemediler ki kızıl gözlü güllere gülerek koşanlarımızın öfkesi,
baruta değildi, çeliğe ve çekirdeğe değildi diş bileyişleri.. Gönüllerindeki
ateş, kâlûbelâ'dandı.. Taşıdıkları ruhtandı, kandandı. Taş sundu meçhul
askerciler, “yattığı toprak belli, tuttuğu bayrak belli” olanlarımıza. Şehitler
tepesini boş sanıp, taşlarla doldurmaya kalkıştılar.. Dünkü, ruhsuz ve
imansızdılar.. Kimbilir, belki de kansız.. Düşünemediler ki, düşünenlerin,
“gökkubbeyi nidâ nâmıyle alıp da kanayan lâht’lerine bütün ecrâmıyle çekmek”
istediği süngülü yiğitler, şeklin ve biçimin çok çok ırağında ve elbette
üstündeydiler.. İmanları, puta değildi, taşa ya da haça değildi. Maddeden arıtır
da öyle inanırlardı.. Hıristiyanlardan farklarını bilemediler, batının çılgın
papağanları kesilenlerimiz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder