22 Şubat 2011 Salı

Elinde Kalanlarla Bir Şeyler Yap

Orhan ARSLAN

KISSA

18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York'ta, Lincoln Center'daki Avery Fisher Salonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için "sahneye çıkmak" hiç de küçümsenecek bir başarı değildir.
Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman'ın her iki bacağında da destekleyici ateller vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir.
Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek unutulmayacak bir görüntüdür. Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.Bu zamana değin, izleyiciler bu ritüele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarındaki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler. Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha ilk birkaç satırı çalmıştı ki, kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi gitmişti ses.O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkânsızdı. Ve bunun arkasından ne yapılması gerektiği konusunda da... O gece orada olan insanlar kendi kendilerine söyle düşündüler:
"Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti" Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi.Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı.Elbette herkes bilmektedir ki, senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkânsızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti.Onu parçayı kafasında kurgularken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için...Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yeninden inanılmaz bir alkış patladı.
Hepimiz ayaktaydık bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk. Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla söyle dedi: "Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak..." Bu ne güçlü bir cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor.

HİSSE

Ve kim bilir? Belki de bu bir yaşam tarzıdır, sadece sanatçılar için değil, hepimiz için. Burada, tüm yaşamını bir kemanın dört teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birdenbire, bir konserin ortasında kendini sadece üç tel ile bulan bir adam vardır.Öyleyse o da üç tel ile müzik yapmayı seçer ve o gece yaptığı, sadece üç telle yaptığı müzik, daha önce yaptığı, dört teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdır... O zaman belki de bizim görevimiz, yasadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır;Önce elimizde olan her şeyle ve daha sonra bu artık imkânsız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla...
Elimizde olanları kullanıyor muyuz?
Elimizde olmayanları kullanacak mıyız?
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Kultur&pa=showpage&pid=380

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder