12 Haziran 2014 Perşembe

Farklı Kültürler ve Mizah


FARKLI KÜLTÜR VE ALGILAMALARIN ZITLIĞINDAN MİZAH DOĞAR

Alıştığımız kültürel davranışlar bize normal görülürken, ona zıt görünen başka bir kültürel davranış anormal, aynı zamanda gülünç görülür.

Farklı milletlerin birbirine aykırı gelen davranışları, farklı mesleklerin birbirine uyumlu olmayan bakış açıları, köylü şehirli tavırları düşünmediğimiz bir tezadı oluşturabilir. İki farklı kültür, kendi taraflarınca doğru görülmesine karşın, iki kültür bir araya gelince birbirini yanlışlaması bizde gülme duygusu yandırır.

Bir Amerikalı, bir Çinli’ye alay ederek sormuş: “Mezarlarınıza niçin pirinç koyuyorsunuz? Ölüleriniz onu ne zaman yiyecek? Çinli cevap vermiş: “Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman”
** **
Bir abdal oğluna zurna çalmanın öneminden bahsediyor, öğüt veriyormuş “Oğlum bu zurnayı çalmasını iyi öğren. Öyle doktor, avukat, mühendis olup milletin ağzına bakacağına, zurna çalmayı iyi öğren, millet senin ağzına baksın.”
** **
Yeni kaymakam atandığı ilçenin bir köyüne gitmiş. Muhtar mükellef bir yer sofrası hazırlatmış. Ortada sini, sininin ortasında tepsi içinde pilav ve üzerinde tavuk…
Kaymakam, alıştığı üzere yemeğin ayrı ayrı tabaklara servis edilmediğini görünce biraz da küçümseyici bir eda ile “Bu ne ya, siz yemeği böyle mi yiyorsunuz? Ayrı ayrı tabaklara koymayacak mısınız?” demiş.
Muhtar genç kaymakamın bu tavrından rahatsız olmuş. Kaymakama bakıp “Kaymakam bey! Bizim burada köpeklere yem verilirken ayrı ayrı tabaklara konur. Onlar da paylaşmasını bilmediklerinden hırlaşmasınlar diye” demiş.
** **
Bir zaman Elbistan’dan Ankara’ya otobüsle gelirken, yanımda yaşlı bir amca vardı. Elbistan’ın bir köyünden olduğunu söyledi. Oğlu İstanbul’da bir markette çalışıyormuş. Onu ziyarete gidiyormuş. Konuşmalarından onun ilk defa Elbistan dışına bir yere gittiğini anladım.

Otobüs mola yerine yaklaşırken biraz tedirgindi. Bana “Burada yemekler hesaplı mı?” diye sordu. “Hesaplı” dedim.

Mola sonrası otobüse bindiğimde yaşlı amcaya sordum bir şeyler yedin mi diye. Öfkeliydi. “Hayır, yemedim, burada bize güvenmiyorlar” dedi. Sonra devam etti. “Yemeği aldım, geçecekken önce parasını istediler. Yemeği yiyip kaçacak mıyız sanki. ‘Ben de madem bize güvenmiyorsunuz. Ben de yemeğinizi yemiyorum’ dedim. Yemeği geri bıraktım. Bir de kaçmasınlar diye yanlara demir koymuşlar” dedi.

Yaşlı amca, hayatında yemeği yemeden paranın alındığını hiç görmemiş, bu durumu güvensizlik olarak algılamıştı. Self serviste düzenli sıra olsun diye konulan demir korkuluğun, para vermeden kaçmasınlar diye konulduğunu düşünmüştü.
** **
Bir zamanlar bir kasabaya komedi oynayan tiyatro ekibi gitmiş. Salon dolu. Oyun başlamış. Oyuncular seyircileri güldürebilmek için olağanüstü gayret gösteriyormuş. Ancak salon pür dikkat dinliyor hiç ses çıkarmıyormuş. Oyun bitince bir kahkaha kopmuş. Oyuncular çok şaşırmışlar.

Oyunun başrol oyuncusu sahneden inmiş önde duran ekâbir birine sormuş. “Oyun boyunca alabildiğine gayret sarf ettik, gülmediniz de niye oyun bitince güldünüz?” Adam cevap vermiş: “Valla ben hemşehrilerime tembihledim. ‘Bak bunlar şehirli her yaptıklarına gülüp patavatsızlık yapmayın. Ben işaret verince gülün’ dedim. Oyun bitince işaret verdim. Herkes güldü.”
** **
Üniversitede okurken, üç arkadaş bir evde kalıyoruz. Bir arkadaş İktisat Fakültesinde okuyor, diğeri Teknik Eğitim Fakültesinde öğrenci, aynı zamanda şair. Bir şiir yazmış. Şiirin bir dizesinde “Bir deli gömleğini çalıya astı geçti” diye yazmış. Şiirini büyük bir aşkla şevkle okuyor, değerlendirmemizi istiyor.

İktisat Fakültesinde okuyan arkadaş şiire itiraz ediyor. Bu “saçmalık” diyor “Bir delinin gömleğini çalıya asıp geçmesinin kime ne faydası var.” Şair arkadaş izah ediyor “İnsanın iç dünyasında hoş bir çağrışımı olmaz mı?” diğeri yine itiraz ediyor “Hoş çağrışımın kime ne faydası var”

Arkadaş hayata hep bir fayda zarar cephesinden bakıyordu.

Sizler de kültürleri, meslekleri, algıları karşılaştırarak zıtlığın içindeki mizahı bulabilirsiniz.

Durdu GÜNEŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder