4 Mart 2014 Salı

Penceresinden Ufka Bakan Adam

PENCERESİNDEN UFKA BAKAN ADAM 
İSMAİL GASPIRALI

Betül Dilek Kabadaş

Türk adı dünya edebiyatına kazındığı günden bugüne, tarih Türk milletinin kurduğu birçok Türk Devleti gördü.

Kılıç tutan, bileği bükülmeyen, at üzerinde dört kıtayı fetheden Türk milletinin kurduğu devletlerin zayıf bir anında, başka milletlerin intikam arzularının cehennem ateşinde yakılmasına Türk ve dünya tarihi şahittir.

Türk dünyasının en son imparatorluğu Osmanlı da bu ateşten nasibini almıştır. Çöküş döneminde bağlarının birer birer koptuğu Türk devletleri ki özellikle Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Astrahan Hanlığı (1554), Sibirya Türkleri (1598), Kazak Türkleri (1731-1742), Kırım Türkleri (1783), Azerbaycan (1804-1828), Buhara Emirliği, Hive ve Hokand Hanlığı (1865-1876), Türkmenistan (1873-1881) gibi Türk bölgeleri, Çarlık Rusya’sının asimilasyon çalışmalarına maruz bırakılmıştır.

Çarlık Rusya’sı istila ettiği Türk topraklarında büyük bir soykırıma imza atar. Türkmenistan’ın işgalinde 26.500 şehidi Göktepe’de kuleler şeklinde dizerler.

Kırım Tatarları için de durum pek farklı değildir. 1736 ile 1738 yılları arasında yakılıp yıkılan yarım adadaki Tatarlar için, Rus hâkimiyetine girdikleri 1783 ile 1893 arasında geçen yıllar, göçün, açlığın ve sefaletin hüküm sürdüğü bir var olma mücadelesinin izlerini taşır.

Türk dünyasının ateşle imtihan edildiği böylesi bir süreçte, Kırımda, Bahçesaray’a bağlı Avcıköy’de 1851 yılında doğar İsmail Gaspıralı. Babası Gaspıra köyünden Mustafa Ağadır. Gaspıralı lakabını babasının doğum yerinden alır. Annesi Fatma Hanım asil bir ailenin kızıdır.

İsmail Gaspıralı, Bahçesarayda ilk eğitimini alır. Akmescit jimnazında 2 yıl okur. Sonra Varonej Askeri okuluna oradan da Moskova Askeri İdadisine geçer. Bu okulda okurken gördüğü Türk düşmanı tavırlar yüzünden İstanbul’a kaçmak istese de yakalanır ve okulu bırakır.

17 yaşında Kırımın en büyük medreselerinden Bahçesaray’daki Zincirli Medresesine Rusça Öğretmeni olarak atanır. Bir yıl sonra Yalta’da Dereköy okuluna öğretmen olarak gönderilir. Çalışmalarından dolayı Eğitim Müdürlüğü’nden takdirname alır.

1892 tarihi Gaspıralı İsmail’in hayatının dönüm noktası olacak bir gezinin başlangıcıdır. Viyana, Münih ve Stuttgart yoluyla Paris’e gider. Kısa sürede öğrendiği Fransızca sayesinde tercümanlık yaparak geçimini sağlamakta ve yenilik hareketlerinin patlak verdiği bu şehirde Batı medeniyetinin güçlü ve zayıf taraflarını tetkik etmektedir.

1874 yılı sonlarında Osmanlı ordusunda subay olmak arzusuyla İstanbul’a gelir. Zaten Avrupa gezisini de bu amaçla yapmıştır. Fakat bu arzusunu gerçekleştiremez ve 1875 yılında Kırım’a döner.

Paris ve İstanbul’da kaldığı dönemde basını, halkların sosyal seviyelerini, devletin iç ve dış durumunu inceleyen Gaspıralı, gazeteciliğe ilk adımı İstanbul’da atar. İstanbul’dan gönderdiği yazıları, Moskova ve Petersburg’daki bazı Müslüman ve Türk gazetelerinde yayınlanır.

1877 yılında evlenen ve bu evliliği iki yıl süren İsmail Bey, 1878-1882 yılları arasında Belediye Başkanlığına seçilir. Dört yıllık görevi sırasında şehir ve şehirli için tüm gücü ile çalışır.

İkinci evliliğini bu görevinin sonlarında Kazan’ın tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Zühre Hanım ile yapan İsmail Bey, 1879 yılında bir gazete çıkarmak için müracaat etse de Çar Hükümeti’nden izin alamaz.

1881 yılında “Genç Molla” takma adı ile “Rusya Müslümanları”nı çıkarır. 1883 yılında da, ikisi kız üçü erkek beş çocuğunun annesi olan Zühre Hanımın maddi desteğiyle “Tercüman”ı çıkarmaya başlar. İsmail Bey’in altıncı çocuğu kadar sevdiği Tercüman, onun Türk Dünyası üzerine kurduğu hayalini halka anlattığı bir kürsü olarak 1914’te ölümüne kadar ve öldükten sonra da 4 sene daha hizmet verir.

1914 yılında hastalanan ve ölümü hisseden İsmail Bey, evlatlarını toplayıp vasiyetini açıklarken şu kelimeleri söylemiştir:

“Tercüman gayr-ı kabil-i taksimdir. Hiç taksim edilemez. Evlatlarım çalışsınlar, iradından istifade etsinler. Tercüman’ı söndürmezler ümidindeyim. Bundan sonra Tercümanın baş muhabiri Hasan Sabri Ayvazof olacaktır. İki seneden beri ben ona emanet etmekteyim, sizler de emanet ediniz oğullarım. Kendi ihtiyariyle Tercüman’dan gitmezse, onu kimse idareden çıkaramayacaktır. Tercüman’dan maada işleri, evlatlarım ve damatlarım tesviye ederler.”

Sonra oğlu Rıfat’a döner ve şöyle der:

“Oğlum Rıfat! Bundan sonra kardeşlerinin, hemşirelerinin hamisi sen olacaksın, Tercüman’ı söndürme, Tercüman daima yanmalıdır. Tercüman’ın hamisi millettir. Millet onu 33 seneden beri himaye etti. Eğer sizler benim sözlerimle hareket ederseniz, millet daima Tercüman’ı himaye edecektir.” (Kırımlı Cafer Seydamet, Gaspıralı İsmail Bey, Dilde Fikirde İşte Birlik, İstanbul 1934, syf: 136-137)

Peki, Tercüman’ı bu kadar özel kılan nedir?

1851’de doğan ve 1914’te, 63 yaşında hayata gözlerini kapatan İsmail Bey ömrünün yarısından fazla bir kısmını bu gazeteye adamıştır. Onun hayat felsefesi gazetesinin başlığının altına yazdığı üç kelimeyle şifrelenmiştir:

“Dilde, fikirde, işte birlik!”

Daha 20’li yaşlarında iken Türk Dünyası üzerine oynanan oyunların farkına varan Türk aydını Gaspıralı, kalemin kılıca karşı gücünü bilmektedir. Bu sebeple Tercüman’ı tüm Türk dünyasının okuyup anlayabileceği sade bir Türkçe ile çıkarır.

Gazetesi, onun yalnız Kırım Türklerine değil, Çin sınırından Avrupa içlerine kadar uzanan bütün Türk dünyasına seslendiği penceresidir.

Gaspıralı İsmail Bey, Batı devletlerinde yaşanan gelişmeyi, doğunun kendi kabuğunda kalarak yozlaşmasını, Rusların Türk halkları üzerinde yürüttüğü asimilasyon çalışmalarını bu pencereden izleyip, ufukta gelecek büyük medeniyetler çatışmasını görüyor ve Türk halklarına, Kırım, Türkmen, Tatar, Osmanlı ayrımı yapmaksızın tek bir dil, bir fikir ve çalışmada birlik çağrısı yapıyordu.

Gaspıralı penceresinden bakarken ufukta Osmanlının çöküşünü görüyor ve uyarıyordu.

Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip Türk ve Müslüman dünyasına yaymak şart. Maarifi yeni usule göre ıslah etmek gerek. Osmanlı Türkçesini, bütün Türk Dünyasının anlayacağı müşterek bir edebi dil haline getirmek mümkün kılınmalı.

O bu fikirleri gazetesinden destek alarak uygulamaya koymuş, 1884’de Usul-i Savtiye adını verdiği hızlı okuma yazma, öğretme metodunu kullandığı Usul-i Cedid mektebini açmıştır. 1914’te öldüğünde ardında 5000 okul bırakan Gaspıralı’nın yalnız fikir değil eylem adamı da olduğunun ispatı bu okullardır.

Gaspıralı ufka bakarken Çarlık Rusya’sının yıkılacağı, boyunduruk altındaki Türk halklarının uyanacağını görüyordu. Onun ölümüyle aynı tarihe gelen Birinci Cihan Harbi her iki öngörüsünü haklı çıkardı. Bugün 2014 yılı. 200 yıllık bir zinciri kıran Türk Devletleri birer birer dünyaya “Biz buradayız!” diyor.

Osmanlının yangınının küllerinden doğmuş Anka 90 yıldır yalnız uçuyor.

Dilde, fikirde, işte BİRLİK diyerek bir asır önce kapanan bir çift göz bizi izliyor.

Acaba Gaspıralı’nın söylediği gibi yabancı kaideleri atılmış, yabancı kelimelerden arındırılmış, bütün Türk Lehçelerinin, Türkçenin inceliğine uyan, kelime ve deyimlerinin İstanbul Türkçesi’ne yerleştirildiği bir Türk Dünyası Dili oluşturmak olasılığı var mıdır?

İçimizden bunu başaracak başka İsmail Beyler çıkacak mı?

Eğitişim Dergisi. Yıl 11. Sayı 41. Ocak 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder